Alie'nin Cadılar Bayramı Tarifleri - Sirena'nın Bölümü
- 2 Haz
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Haz
Mumların tatlı aydınlığı altında yavaş yavaş ısınan yanaklarımız, tarifinin Alie’ye ait olduğunu bildiğim vişne likörünün etkisiyle kızarmıştı. Tarif: Tıkla! Sirena, Nora ve Alie’nin geçmişe dayanan dostlukları, geceyi ısıtıyordu. Birbirlerinden bu denli farklı bu üç kadının belirgin ortak özelliği neydi derseniz, güçlü duruşları diyebilirim.
Alie’nin daveti ile verandanın ortasında bizi ikinci karışım için bekleyen masaya geçtik ve Sirena anlatmaya başladı. “Şimdi sırada bir dudak balmı var. Her kadının çantasında zaman zaman ihtiyaç duyacağı bir balm. Sözcüklerimizin etkisini ve ikna gücümüzü artıran bir karışımdan söz ediyorum.”
Sırayla önümüze malzemeleri dizdi. 1 yemek kaşığı shea yağı, yarım çay kaşığı kadar kırmızı pancar kökü tozu, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 yemek kaşığı hindistan cevizi yağı, hissedilmeyecek kadar minik bir çimdik meşe ağacı kabuğu tozu ve yine minik bir çimdik kurutulmuş defne yaprağı tozu.
Önce bitki tozlarını karıştırmamız gerekiyordu. Hepsini Sirena kendi toplamış ve güneşte kurutup kendi elleriyle dövmüştü. Onları güçlendirmek için döverken şarkılar söylemişti.
Bu nedenle bazı malzemeleri renk vermekten ziyade güçleri sebebiyle karışıma eklemişti. Meşe’yi başarı ve hükmetme, defneyi ise liderlik gücü sebebiyle seçmişti.
Gece boyunca közün üzerinde asılı duran küçük kazanı masaya getirdi ve altında mum yanan demir ayakların üzerine yerleştirdi. Balmumunun kokusu etrafımızı kapladı. Yağları ve balmumunu önce karıştırıp ardından bitki tozlarını karıştırarak içerisine ekleyeceğimizi söyledi. Hepsi bir araya gelince karışımı temperler gibi kaselerimizde bir süre karıştıracaktık.
Tüm bunları yaparken niyetimizi ona aktarmalıydık. Bunları anlatıyordu çünkü herkes adım adım kendi önündeki karışımı yaparken sadece kendine konsantre olmalıydı. Seansın sorularla bölünmemesi önemliydi. Balmumunun soğumasını beklerken Sirena anlatmaya başladı. “Pythia ormanda ilerledi. Kocakarının koruyucu ve kehanet yeteneğini artıran tılsımı sayesinde her şey çok daha netti artık. Başka bir tehlike veya aksilik yaşamadan ormanı geçti. Sisili, sessiz ve karanlık ormandan dışarı adım attığı anda güneş gözlerini acıttı. Önünde uzanan vadi yemyeşil, gökyüzü masmaviydi. Etrafta tek tük ağaç vardı ve patika belirginleşerek vadinin ortasından ufuk çizgisine uzanıyordu. Doğru yoldaydı, başarmıştı.
Uzunca bir süre sadece kuş ve rüzgar sesinin altında yürüdü. Sonunda yanında yükselen ovanın ortasındaki büyük kayalıklar dikkatini çekti. Patikayı terk etmek istemiyordu fakat içinden güçlü bir ses orayı görmesi gerektiğini söylüyordu.
Vardığında öğlen olmuş ve susuzluktan dili damağı kurumuştu. Ağaçların gölgesinde biraz dinlendi. Dinlenirken de korkan gözlerle onu izleyen bir kız çocuğu ile karşılaştı. Kız korkudan kaçınca peşine takıldı ve kayaların bittiği yere kadar onu takip etti. Burası bir vaha gibiydi; en fazla 2 metre yüksekliğinde küçük bir şelale, döküldüğü havzayı muhteşem mavilikte küçük bir göle dönüştürmüştü. Çiçekler, uğurböcekleri ve hatta sincaplar vardı. Bir an aklını yitirecek zannetti. Önce etrafta karşılaştığı küçük kızı aradı fakat dayanamayacak durumdaydı. Beklemeden soyundu, onu koruması için taktığı tılsımı da ıslanmaması için çıkardı ve suya girdi. Şelalede yıkandı ve kana kana suyundan içti.
Gün batıp gökyüzünde ay belirince suyun kenarında bir ateş yakıp oturdu. Tek huzursuzluğu kolyesini kaybetmişti. Küçük kızdan şüphelendi ancak etrafta ondan da iz yoktu. Ayın ışığı altında parlayan göl önce hafifçe dalgalandı. Sonunda önünde bir çift yeşil göz ve ardından kıpkırmızı dudaklarıyla muhteşem güzellikte bir kadın belirdi. Gülümsüyordu ama bakışlarında insana özgü olmayan bir vahşilik vardı. “Ey Pythia!” Diye konuştu. “Evimizin nimetlerinden yararlandın, suyumuzda yıkandın ve şifasını içtin. Şimdi karşılığında bize ne vereceksin?” Verdiği rahatsızlık sebebiyle üzgün Pythia kendini hem suçlu hem de borçlu hissediyordu. Bunun üzerine su perisine benzeyen ancak güzelliğinin ötesinde ürkütücü görünen bu varlığa nasıl yardım edebileceğini sordu. Varlık kendisine ağaçların dibinde biten otlardan toplamasını ve karıştırmasına yardım etmesini istedi.
Böylece Pythia her akşam gündüz topladığı bitkileri bu varlığa getirdi. Ancak her seferinde varlık ondan yeni bir malzeme istedi. Onlara dokunamadığı için de Pythia yardım ediyordu. Suda yaşayan varlıklar ateş elementinden doğan karışımları başarılı bir şekilde yapamıyordu.
Bir gün Pythia perilerin neden her akşam dudaklarına yaptığı karışımı sürdüğünü merak etti ve kendi dudaklarında denemeye karar verdi. O gece yıldızlı gökyüzünün altında parlayan gölün başında bekledi ve su perisi gelip emirlerini vermeye başladığında durumu fark etti.
Haftalardır itaat etmek zorunda kaldığı bu varlığın onu bulduğu bu vahaya hapsetmesinin tek sebebi dudaklarına sürdüğü bu karışımdı. Peri taleplerini sıralayınca bugün otları bulamadığını söyledi. Bunun üzerine durumda bir gariplik olduğunu sezerek uzaklaşmaya kalktı ama daha hareket edemeden Pythia ona emretti. “Bana bu karışımın sırrını söyle!” Derisi elektrikli bir su yılanını andıran varlık, karşı koyamadığı için hiddetli gözlerle kıvranarak ona bakıyordu. Sonunda suyun altına daldı ve ona bir avuç dolusu kum verdi. Güç, göletin döküldüğü havzadan geliyordu. Bu karışımın etkisi altına alamayacağı insan yoktu.
Pythia kumu aldı, örtülerden birine sarıp kurutmak için çantasına astı. Son olarak periye küçük kızı buraya çağırmasını emretti. Böylece tılsımını da geri aldı ve bu tehlikeli varlıkların yaşadığı vahayı terk etti. İç güdüleri ikidir başına tehlikeli işler açmıştı. Yine de yanına kalan tılsım ve karışım ona yeni güçler vermişti. Uzunca bir süre yürüdü, sonunda yorulduğunda öğle güneşinin kavurduğu bir vadide buldu kendini.”
Sessizce bir süre bize baktı ve ardından ellerini bize uzatarak gözlerini kapadı. Şimdi onu bekliyorduk. Önce mırıldandı ve ardından söylemeye başladı. “Sen, topraktan doğan, bu karışıma istikrar, sen sudan beslenen, bu karışıma irade, sen güneşle büyüyen, bu karışıma etki ve sen havayla yaşayan bu karışıma hükmetme gücü ver. Dudaklarım iradenin efendisi olsun!” Herkes bu küçük tekerlemeyi sindirene kadar tekrar ve tekrar söyledi. Bu, malzemeleri karıştırmaya başlamadan önce niyetimizi onlara aktarmamız için önemli bir aşamaydı.
Sonra Sirena’nın işaretiyle ellerimizi yavaşça bıraktık ve onun adımlarını izleyerek karışımı hazırladık. Bir yandan da tekerlemeyi söylemeyi sürdürüyorduk. Sonunda tüm malzemeler bir araya gelince ahşap çubuklarla yavaş yavaş kasenin dibine yaya yaya karışımı temperledik. Yeterince soğuduğunda da küçük cam kavanozlara doldurduktan sonra kapakları kapamadan Sirena ile gözgöze geldik. Aynı anda kapakları kapamamız niyetimizi tamamladığımızı işaretleyen önemli bir ritüeldi. O gözleriyle bitirmemizi söylediği anda herkes sustu.
Kendimi susuz ve yorgun hissediyordum fakat keyifli bir akşamdı. Alie bizi oturma alanına davet ederken içkilerimizi tazeledi. Herkes bir süre masadaki mumların ışığında kayboldu. Sonra müzik sesi duyuldu. Ardından Alie gülümseyerek fırından henüz çıkardığı kurabiyeleri masaya getirdi. “Haydi bakalım biraz mutluluk ısırmak isteyen?”
Gece boyunca çok az konuşan Nora büyük bir keyifle yerken Alie’ye baktı. “Bu kurabiyeleri çok özlemişim! İçlerinde dilek hakkı da var mı?” Alie’nin dilek kurabiyelerini hepimiz bildiğimiz için kahkahalarla gülmeye başladık. Sadece bir ısırık bile bizi mutlu etmeye yetmişti. Tarif için tıkla!
Gülüşmelerimiz Alie’nin çınlayan salon saatinin sesiyle bölündü. Gece yarısı olmuştu. Nora ayağa kalktı ve çantasını karıştırmaya başladı. Bu sırada anlatıyordu. “Benim yaşadığım yerde biz, topladığımız meyvelerden çeşitli içecekler yaparız. Ancak bu içki özel, onu ben yaptım.” Bu sırada hepimize birer shot bardağı getiren Alie içeceklerimizi paylaştırdı.
Lavantanın ve adaçayının tadını net bir şekilde alabiliyordum. Fakat içerisinde bundan çok daha fazlası vardı. Biz içkinin çarpıcı etkisinde kıkırdarken Nora araya girdi. “Şimdi üçüncü ve son karışıma geçmeden önce size muhteşem bir an hediye etmek istiyorum.” dedi ve mutfağa gitti.
Alie bu sırada heyecan ve keyifle yüzümde değişmeyen gülümsememi inceleyerek. “Her şey yolunda sanıyorum?” Dedi. Fazlasıyla yolundaydı, unutulmaz bir akşam yaşıyordum ve az sonra yaşayacaklarımdan henüz en ufak bir haberim bile yoktu…
Komentarze