top of page

Alie'nin Floral Vücut Losyonu

  • 28 May
  • 11 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 19 Haz


Ağaçlar yemyeşil olmuş, rüzgarlar ısınmış ve kuş cıvıltıları artmıştı. Yaz geliyordu kısacası. Bu mevsim her zaman bende yeni duygular uyandırırdı. Canlandığımı, bir kuşun içimde durmak bilmeyen kanat çırpışlarını hissederim. Fakat bu yaz tüm bu duygularıma ek olarak ruhumda yeni bir çağrı duyuyordum. Bu değişimin çağrısıydı. Aşina olduğum bir fırtınanın uzaklardan gelen ayak sesleri gibi. Eğer ona kulak verir ve estiği zaman açacak geniş bir yelken bulabilirsem, beni çok yeni ufuklara taşıyabilirdi. Eğer ona kulak tıkar ve diretirsem, gücü altında savrulup gidebilirdim… 


Özellikle böyle dönemlerde işe odaklanmakta zorlanıyordum. Seyahat etmek bir seçenekti elbette ama esas ihtiyacım olan sessizce düşünmek için bir alan bulmaktı. Sonunda kısmen rahat bir haftanın bitiminde, hayatımda ilk kez sadece kendim için işten bir gün izin almaya karar verdim.


Sabah erkenden hevesle uyandım. Kendime ayırdığım günün her saatini keyifli geçirmek istiyordum. Biraz spor yaptım ve ardından oturduğum yere bir saat mesafedeki göle gitmeye karar verdim. Ağaçların arasında gezinmek, durgun suyu izlemek ve doğayı dinlemek zihnimi biraz daha sakinleştirdi. Zaman zaman kafamda döndürüp durduğum kitap yazmak fikri bu durgunluk sırasında önüme yeniden çıkınca biraz şaşırdım. Fikir güzeldi elbette, ancak yazmak için gerçekten ilgimi çeken bir konuya ve araştırmak için kaynaklara ihtiyacım olacaktı. Uzun ve meşakkatli bir süreçti. Yine de içimdeki ses bana doğru yolda olduğumu söylüyordu.


Güneş inmeye başladığında çarşıya uğramaya karar verdim. Şehrin merkezindeki bu eski çarşıda her şeyi bulmak mümkündü, mutfak malzemeleri, antikalar, çeşitli tekstil ürünleri ve elbette Alie’nin ne zaman gelse uğradığı mis kokulu aktar. Çeşit çeşit malzemenin dizildiği labirent koridorlarının arasında gezinmek insanı başka bir evrene sürüklüyor ve gördüğü her şeyi almaya teşvik ediyordu. Sanki sihirli karışımlar yapan bir büyücüymüşüm gibi… Elbette dayanamadım ve birkaç bitki çayı, kurutulmuş çiçek ve uçucu yağ aldım. Belki bu malzemelerle Alie’ye gidersem benim için bir şeyler hazırlayabilir diye düşündüm.


Akşamüstü Alie’nin evine giden çakıllı yolu takip ederek yazın coşkusuyla yeşermiş ve adeta küçük bir ormana dönüşmüş egzotik bahçesinden geçtim. Yol boyunca küçük lambalar dizmişti, yaydıkları sıcak ışığı takip ederek eve vardım. Kış bahçesindeki klasik koltuğuna yerleşmiş, fonda çalan eski İspanyol ezgileri eşliğinde kitap okuyordu. Yanındaki tezgâha dizdiği mumlar odayı aydınlatıyordu, her zaman elinin altında tuttuğu kıvrımlı karışım şişeleri ve bir de not defteri vardı. Beni görünce gözlüğünü indirdi ve gülümsedi. Elimdeki torbaya bakıp merakla göz kırptı. “Sana aldımmm!” dedim. Sevindi. Hızlı adımlarla karşısındaki koltuğa, her zamanki yerime bağdaş kurup, hevesle torbayı kucağıma yerleştirdim. “Bugünü kendime ayırmıştım ve bil bakalım!?” Şaşkın şaşkın kafasını sallıyordu. “Çarşıya uğradım ve senin dükkândan birkaç malzeme aldım!” dedim. O zaman gözlerini büyüterek “Yaaa öyle mi? Haydi göster bakalım neler aldın?” dedi.


Onun gibi bitkilere meraklı olmam hoşuna gidiyordu. Alie yalnızlığı tercih eden ve yüksek yaratım gücüne sahip bir kadındı. Küçüklüğümden beri bu verandada koşmak, oturmak, sığınmak bana huzur veriyordu. Onun masallarını dinlemeyi ve sihirli karışımlarını denemeyi seviyordum. Bugün yine huzur bulmak için gelmiştim. Teker teker malzemeleri önümdeki sehpaya dizmeye başladım. “1’er parça kurutulmuş mürver çiçeği, aynısefa çiçeği, papatya, sonraaa jojoba yağı, hindistancevizi yağı, lavanta yağı ve biraz da ıtır yağı aldım.”  Keyif ve heyecan karışımı küçük bir oh çekti. Sonra da ellerini ovuşturarak “Planımız nedir?” diye sordu. Aslında bir plan yapmamıştım ancak niyetimi biliyordum. Bana ilham gerekiyordu!


Alie malzemeleri alıcı gözle inceledi ve sanki burnu ona tüm yanıtları verecekmiş gibi dikkatle kokladı. Kendi yaptığı lavanta ve hindistancevizi yağlarını kullanmaya, kurutulmuş çiçeklerden bazılarını yine kendi topladıkları arasından seçerek eklemeye karar vermişti. Aldıklarımı da ziyan etmememi ve karışımı öğrenince, kendim başıma yaparken kullanmamı istedi. Hemen başlarız diye bir hevesle bekliyordum fakat doğru gün bugün değildi. Bu karışımı gökyüzünde dolunayı gördükten 2 gün sonra yapmamız gerektiğini söyledi.


Hazırlayacağımız karışım şifalı bitkilerden oluşan sihirli bir vücut yağı olacaktı. Bu yağın özelliğini sorduğumda bana “Gorgon kız kardeşleri biliyor musun?” diye sordu. Kafamı hayır anlamında salladım. “Bu kız kardeşler Phorcys ve Ceto adında deniz tanrılarının çocuklarıdır. Biri hariç hepsi ölümsüzlerdir. O biri de kim?” Bana muzur bir ifadeyle baktı ve yaklaşmak için eğildi “Medusa!” 


Bu sırada içeriden fırının biten süresinin çınlaması duyuldu. O zaman hemen ayaklandı ve birazdan devam edeceğini söyleyerek mutfağa girdi. Etrafıma bakındım ve keyiflenen bir kedi gibi geriye doğru kollarımı uzatarak gerindim. Bu huzurlu ve bir o kadar da sürpriz masallarla dolu kış bahçesinde olmayı seviyordum. Haftanın iş yoğunluğu ve hafta sonunun curcunasından kaçtığım bir gün geçirmek, hayattan bir gün çalabilmek bana çok iyi gelmişti. İnsan izin almak için ille de kendine özel bir sebep yaratmak zorunda değildi.


Ben düşüncelere dalmış bahçeyi izlerken Alie elinde geniş bir tepsi ile içeri girdi. Mis gibi gül çayı ve yanına da çilekli kremalı turta yapmıştı. Dumanı üzerinde tepsinin kokusu odayı sardığında biz de elimizde tabaklarımız, sihirli tarif için hazırdık.


“Medusa, mitolojinin aman vermez ünlü yaratığı. Saçları yılan, gözleri ölüm saçan korkunç canavar… Elbette bu kadın ömrü boyunca bir yaratık değildi. Bildiğimizin ötesinde hem güzel hem de güçleri olan bir genç kadındı.


Dünyanın tüm denizlerine hükmeden babaları sayesinde bu üç kız kardeş hem suyun altında hem de karada nefes alabiliyorlardı. Medusa ölümlüydü ancak kardeşlerine bahşedilmeyen bir güçlere ve sihir yeteneğine sahipti. Bununla birlikte onlardan çok daha güzel ve çok daha iffetliydi.


Kız kardeşler ne zaman ki 16 yaşına bastılar ve okyanusların derin sularını keşfetmeye başladılar, Phorcys endişelenir oldu. Onu esas korkutan şey bir gün birilerinin Medusa’yı kaçırması ve kızının canı karşılığında krallığını tehdit etmesiydi. Onurunu ve kızını korumak uğruna büyük bedeller ödemek istemiyordu.


Sonunda bu düşünce öylesine canını sıktı ki kızı 17 yaşına basarken onu Ege Deniz’inin ortasında, kayalık kıyılarına güçlü dalgaların vurduğu ve uçurumlarında sert rüzgarların estiği bir adaya bıraktı. Bu ada her ne kadar uzaktan ürkütücü ve tekinsiz görünse de uçurumların bittiği yerde, gözlerden uzakta yemyeşil ormanlar, çiçekler, nehirler, adeta cennet bahçeleri saklıyordu. Ada 3 güçlü cadı tarafından korunuyordu. Moirae kardeşler. Bu kardeşler kehanet gücüne sahiplerdi ve büyüler konusunda bilge kadınlardı. Medusa bu kadınlar tarafından yetiştirildi. Karışımlar, bitkiler ve çeşitli sihirler konusunda iyice ustalaştı. Hem güzel hem de güçlü bir cadı haline geldi. Kardeşlerin en büyük yetenekleri kehanette bulunmak olduğu için Medusa büyüdükçe geleceğe dair plan yapmadan yaşamayı öğrendi. Anlık kararlar vererek hareket ettiğinde cadılar ona karışmıyordu. Yoksa daha planladığı şeye kalkışmadan onu buluyor, ya bir ceza veriyor ya da evine kapıyorlardı. Aklından geçirmemeye uğraşsa da bir gün bu adadan kaçmanın hayaliyle yaşıyordu.


Öyle bir büyü yapmalıydı ki ona yolu göstersin, plan yapmadan anlık kararlarında bile onu doğru yönlendirmeyi başarsın. Çünkü bir plan yaparsa ve cadılara yakalanırsa büyük bir ceza alabilirdi. Daha evvel kaçmaya ne zaman niyetlense onu evine kapamışlar hatta bir seferinde, suyun altında nefes alabildiğini bildikleri için ayağından gölün dibine zincirlemişlerdi. Daha riskli ve denenmemiş bir yöntem kullanacaktı. Yapacağı büyünün en önemli kısmı niyetti. Eğer zihnini niyetine, bu fikre inandırabilirse başarabilirdi. Fakat niyetini güçlendirmek için nasıl bir büyü yapması gerektiğini bilmiyordu.


Cadılar Medusa’ya pek çok karışım öğretmişlerdi. Günün bir kısmını seranın içerisindeki bitki atölyesinde geçiren Medusa, 15 yılda usta bir simyacı olmuştu. Her günü bahar mevsimi gibi geçen, nehirleri kurumayan, topraklarında her türlü çiçeğin yetiştiği bu ada bazen bir distopyayı andırıyordu. Zaman zaman misafirler gelirdi, korsanlar ya da kehanet sormak isteyen yabancılar. O zaman cadılar Medusa’yı saklar ve sadece uzaktan izlemesine izin verirlerdi. Yıllardır kimseyle iletişim kurmamıştı. Sırf bu nedenle bazen kaçmaktan bile korkuyordu. En fazla 18 yaşında gösteriyordu ama yıllar akmış ve otuziki yaşına gelmişti. Bu korunaklı adada sonsuza dek yaşayabilirdi fakat sırf ölümlü olduğu için saklanarak geçecek bir yaşam istemiyordu. Âşık olmak istiyordu, gezmek istiyordu ve kardeşlerini merak ediyordu.


Bir akşam, saat gece yarısına henüz yaklaşırken 3 cadı hamamda toplandılar. Mırıltılı dualar eşliğinde mumlar yaktılar ve vücutlarını, tatlı kokusuyla etrafı saran yoğun bir yağ ile kapladılar. Ritüelleri bitip sakinleştiklerinde sessizlik adımlarla bahçede toplandılar ve Medusa’ya evinden ayrılmamasını tembihlediler. Ancak Medusa o anda bu yağın işine yarayabileceğini anlayarak hamama geri dönmeye ve cadılardan arta kalan yağ şişelerini almaya karar verdi. O sessizce geri dönerken karanlığın içinde çarşaflara bürünen üç kadın yan yana dizildiler ve uzaklardan gelen misafirlerini yıldızlarla kaplı gökyüzünün altında karşıladılar. Ay bir gece ardından doğacaktı bu nedenle alacakaranlık hakimdi. Üç kadın, ışık kaynağı olmamasına rağmen gümüşi parlayan zırhlı elbisesi ve güçlü vücuduyla ilahi bir varlığı andıran bu adamı sunaklarına götürdüler. Cadılar normal ziyaretçileri asla kutsal sunaklarına götürmezlerdi. Burada hem güçlüleri artıyor hem de transta oldukları süre boyunca savunmasız kalıyorlardı. Kehanetleri, sadece yazıldıkları günde okunabilen kumaş parçalarına işlerlerdi ve cadılara danışan ziyaretçiler fazla beklemeden adadan ayrılırlardı.


Adam istediği kehaneti duydu mu bilinmez ancak geldiği gibi hızla ayrıldı. Medusa da bu sırada hamamdan evine dönüyordu ve yolda cadılarla karşılaştı. Uçuşan çarşaflarının içinde adeta ruhani birer varlığa dönüşmüşlerdi; yüzleri karanlık, saçları duman ve elleri sisle kaplanmıştı. Trans halinde yan yana duruyorlardı, Medusa sessizce önlerinden geçerken başlarıyla onu takip ettiler.


Ertesi sabah her gün kadar normaldi ve birkaç gün daha… Cadılar Medusa’ya kızmamışlardı. Belki de trans halinde onu fark etmemişlerdi veya Medusa’nın kaderinde yazan bir gerçeği görmüşlerdi. Bunu önemsemedi ve aldığı şişelerdeki karışımın malzemelerini çözümlemek için araştırmaya başladı. Yeterli bilgiye eriştiğinde malzemeleri birleştirmek üzere bir ritüel gerçekleştirdi ve bir karışım hazırladı. Bu karışım ona sahip olmadığı kehanet gücünü verecekti, ona doğru yolu gösterecek içgüdüleri güçlendirecekti.


Böylece Medusa bu yağı haftalar boyunca kullandı. Her hamam sonrasında sürdü ve niyetinin gücüne inana kadar aynı ritüeli tekrarladı. Bir gece karanlığın içinden uğuldayan bir baykuşun sesiyle aniden uyandı. Bu bir çağrı gibiydi, hızlıca kalktı ve tek göz odasından bahçeye açılan kapısını aralayarak etrafı kontrol etti. Sakin, alacakaranlık bir geceydi. Cadıların evleri sessiz ve karanlık, zihinleri derin bir uykudaydı. Sessiz adımlarla durmaksızın bahçeyi geçti ve uzaklaşınca ayaklarının onu götürdüğü yere doğru koşmaya başladı. Uzunca bir süre sonra karşısında keskin yükselen uçurumu ve ardında uzanan denizi gördü. Hazırladığı karışımın etkisine güveniyordu bu nedenle bir saniye bile düşünmeden kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Buz gibi dalgaların arasına daldı ve denizin derinliklerinde yeniden gözlerini açtığında ölmediğini fark etti. Bir saniye bile oyalanmadan var gücüyle yüzmeye başladı.


O ilerlerken vücudu tuzlu suyun etkisiyle birlikte değişmeye başladı; derisi gümüşi pullarla kaplandı, kolları yüzgeç ve bacakları kuyruğa dönüştü. Artık cadılar onu yakalayamazdı, suyun altındaki dünya karada yaşayan canlılara göre değildi. Yine de sığınacak bir yer bulana kadar ve kendine bir koruma iksiri hazırlayana kadar nereye gideceğini planlayamazdı. Bu nedenle kaderinin onu götürdüğü yere varana kadar, durmaksızın saatlerce devam etti.


Sonunda gemilerle karşılaşınca yüzeye yaklaştı ve gözlerini sudan çıkararak sessizce etrafını izledi. Burası bir şehirdi. Ancak henüz gün bile doğmamışken insanlar derin bir uykudaydı. Bazıları erkenden uyanmış balık ağlarını hazırlıyor, bir kısmı sokaklarda, yerlerde ve iskelede sızmış yatıyordu.  


Sessizce kumsala ayak bastı, kuyruğu ve yüzgeçleri kaybolurken temkinli adımlarla sudan çıktı. Cadılardan öğrendiği sözleri mırıldanarak rüzgâra karıştı, insanların arsından görünmeden geçti. Güvenli bir yer bulana kadar da durmadı ve sonunda Athena’nın tapınağına vardı.”


Soluksuz bir şekilde Alie’yi dinliyordum. Bir nefes molası verdi ve “Eh hikâyenin gerisi malumun…” diyerek bana baktı. Bakışlarımdan bilmediğimi anlamış olacak ki gülümsedi. “ Athena Medusa’ya acıdı ve bu yetenekli cadıyı koruması altında aldı. Tanrıça egosu yüzünden Medusa’yı aşağı görüyordu. Yarı tanrıça bu kadın sırf ölümlü olduğu için bile zavallıydı. Ancak bu koruma Medusa’yı gözlerden uzak tutmaya yetmedi. Athena’nın kocası Poseidon, kimi zaman tapınağa uğruyor ve karısını görmek bahanesi ile Medusa’ya yaklaşıyordu. Onun güzelliği karşısında büyülenmişti ve içten içe bir ölümlüye duygular beslediğini reddetmeye çalışsa da ona âşık olmuştu. Duyguları karşılıksız değildi ancak Medusa iffetli bir kadındı ve Athena’ya asla ihanet etmezdi. Burada şehrin kalabalığında ve denizin sessiz maviliğinde onun sayesinde korkusuzca gezebiliyordu. Fakat Poseidon tanrılara özgü bir ruha sahipti. Egosu da kibri de kendi gibi büyüktü. Bu nedenle bir gün Medusa hamamdayken gizlice yanına sokuldu ve ona sahip oldu. Athena’nın haberi alması pek uzun sürmemişti ve yaşananlar yüzünden Medusa’yı suçluyordu. Sonunda kıskançlık içini öylesine yaktı ki Medusa’yı saçlarında yılanlar olan, teni pullarla kaplı ve gözleri baktığı her erkeği taşa dönüştüren bir canavara dönüştürdü. Medusa bir kez daha korku içinde denize kaçmak zorunda kaldı. İnsanlardan uzakta, dalgaların arasında kendine kayalardan bir ada inşa etti ve içine sığındı. Öfkeli ve mutsuz bir kadına dönüşmüştü. Bir süre sonra Medusa’nın taşa dönüştürdüğü adamların haberi etrafa iyice yayıldı. Yıllar sonra kardeşleri ilk kez onun izini bulduklarını anlayınca, Medusa’yı aramaya koyuldular. Ne yazık ki onlar da bu lanetten paylarına düşeni almışlardı ve Athena onları da Medusa gibi birer canavara dönüştürmüştü. Fakat Athena’nın öfkesi dinmiyordu. Bir gün Zeus'un oğlu Perseus'un yani üvey kardeşinin Medusa’nın peşine düştüğünü öğrenince onunla iş birliği yapmaya karar verdi. Perseus Athena’nın yardımı sayesinde Medusa'yı öldürdü ve kafasını da saklayarak bir silaha dönüştürdü. Kısaca böyleeee…”


Çayından son yudumunu aldı ve arkasına yaslandı. “Medusa güçlü bir cadıydı. Daha da önemlisi akıllı bir kadındı. Onun Moirae kardeşlerden çaldığı yağı birlikte yapacağız ve senin niyetine odaklanmana yardım edeceğiz.” Heyecanlıydım…


İki gün sonra yeniden bahçesinde buluştuk. Alie’nin bahçesinde topladığı bitkileri depoladığı küçük bir kulübesi vardı. Kulübeden birkaç eşya alıp önce birlikte malzemeleri hazırladık.


1 parça kurutulmuş mürver çiçeği,


1 parça kurutulmuş aynısefa çiçeği,


1 parça papatya,


1 çorba kaşığı jojoba yağı,


5 çorba kaşığı hindistancevizi yağı,


5 damla lavanta uçucu yağı ve 4 damla da ıtır uçucu yağı


1 orta boy tencere


1 ısıya dayanıklı kavanoz (hava sızdırmaz kapağı ile) ve 1 koyu renkte saklama kavanozu


1 tülbent


Malzemelerimizle birlikte mutfağa geçtik. Önce hepsini masaya dizdi. Sonra da bana dönerek “Bu bitkileri tercih etmenin bir nedeni var. Özelliklerini hatırlıyor musun?” Kendimden emin bir şekilde tezgâhın yanındaki tabureye oturdum. “Lavanta, hava elementinin özelliklerini taşıyor, maskülen kategoriye ait bir bitki. Onu sükûnet ve dinginlik için tercih ettim. Lavanta özellikle arındırmak için kullanılan bir malzeme ve ben onunla zihnimi arındırmak istiyorum.” Sonra uzandım ve aynısefa çiçeklerini elime aldım. “Bu çiçekler özellikle dolunayda toplanmış. Ateş elementine ait bir bitki ve pek çok özelliği yanında onu aslında kehanet gücü sebebiyle tercih ettim. Bana yol göstermesini istiyorum.” Alie öğrettiklerini hatırlamamdan fazlasıyla memnundu. Bana papatyaları gösterdi. “Onları aslında sakinlik ve arındırma özelliklerini bilsem de para ve bereket için aldım. Niyetimin bana maddi özgürlüğümü de kazandırmasını istiyorum.” Bu derinlikte düşünmemi beklemiyordu anlaşılan, kaşlarını kaldırarak “Harika bilgiler!” dedi. Sonra bize birer kahve yaptı ve anlatmaya başladı. “Bu maalesef yapması biraz uzun süren bir karışım. Ancak hakkını verebilirsen etkisini artırabilirsin. Öncelikle tüm kurutulmuş bitkileri bir havanda döveceğiz. Bu, bitkilerin yağ ile bütünleşmesini kolaylaştıracak. Ardından yağları ve bitki tozunu ısıya dayanıklı kavanozumuza ekleyerek karıştıracağız. En son üzerine ekstra hindistancevizi ve jojoba yağı ekleyebiliriz. Böylece karışım bu katmanın altında kalacak. Hazır olunca kavanozun kapağını sıkıca kapıyoruz ki hava almasın. Artık karışımımızı ısıtmaya hazırız! Suyu tencerede 43 derecede kalacak şekilde ısıtacağız. Benim ısıyı ölçmek için termometrem var ama sen de evde yapmak için kendine bir tane alabilirsin. Isı bu derecenin üstüne çıkarsa karışım yanar ve etkisi kaybolur, altında kalırsa hem süresi uzar hem de bitkilerin özünü tam olarak alamayız. Kavanozumuzu tabanı tencereye değmeyecek şekilde suyun içine yerleştireceğiz ancak en önemlisi, kavanozun içine su kaçmaması. Bir damlası bile karışımı bozacaktır, bu nedenle dikkatli olmamız lazım. Sonra sıra beklemeye geliyor. Bu süre boyunca tencerenin başında durman lazım ki içindeki su bittikçe ekleyesin. Çünkü kavanozu yaklaşık 6 saat ısıtacağız.” Dikkatle onu dinlerken bana verdiği kâğıda notlarımı alıyordum.


Kış bahçesine küçük bir ocak kurdu. Kahvelerimizle birlikte koltuklarımıza yerleştik. “Gel gelelim en önemli kısma!” dedi ve bana baktı. “Ben sana sadece yol göstereceğim. Konsantre olması ve hazırlığı baştan sona yapması gereken sensin. Niyetine odaklan ve her adımda onu tekrarlayarak karışımı hazırla. Tam 6 saat boyunca bu niyeti tekrar ederek hazırlığına odaklanman gerekiyor. Bunun için belki bir tekerleme veya şarkı yazabilirsin. Senin için en kolay nasıl olacaksa…” Daha bana anlatırken heyecan ve hevesle malzemeleri incelemeye başlamıştım.


Odaklandım ve kendimi sözcüklerin akışına bırakarak adım adım söylediği her şeyi yaptım. 6 saat boyunca nasıl odaklanacağımı bilmiyordum ancak Alie bana yol gösteriyordu. Güzel bir müzik açtı ve birlikte yarattığım şarkıyı tekrar tekrar söyledik. Onu bitkilere, kavanoza ve karışımın her adımına fısıldadık. İçimde yükselen enerjiyi hissedebiliyordum, tüylerim diken diken olmuştu.


Akşam hava kararıp yıldızlar parlamaya başladığında ocağın ve mumların ışığı altında gökyüzünü izlemeye koyulduk. Niyetime odaklanabilmem için bana bir tesbih verdi. Karışım, yükselen ay geceyi aydınlatmaya başlamadan hazır olacaktı. Süre bittiğinde ocağın altını kapadık ve yağı dinlenmesi için bir havluya sararak kaldırdık.


Yorgun düşmüştüm. Bu arada bizim için hazırladığı yemekleri getiren Alie “Bugün çok başarılı bir karışım hazırladın. Biraz yemek yiyip dinlen ve yarın akşam yağı paketlemek üzere yine burada buluşalım olur mu?” derken bana gurur dolu gözlerle bakıyordu. Mutluydum, inanması güçtü fakat şimdiden kitabım için birkaç fikrim vardı. Yemeğimi yedikten sonra evime döndüm ve deliksiz bir uyku çektim.


Ertesi akşam karışımı bitirdiğimiz saatlerde, ay yavaş yavaş yüzünü gösterirken kış bahçesinin kapısını çaldım. Elinde kavanoz ve tülbentle birlikte geldi. “Hoş geldin!” dedi. Biraz oturduk ve sohbet ettik. “Şimdi son aşamada bu yağı paketleyeceğiz ve her duş sonrasında vücuduna nemlendirici krem gibi uygulayacaksın. Önce karışımı tülbent içinden süzerek yağı temiz bir kavanoza dolduracağız. Bunu da yine sen yapmalısın, niyetini tekrar etmeli ve karışımı iyice sıkarak yağını süzmelisin.”


Masasına dizdiği renkli şişelerden birini bana verdi ve yağı bu şişede saklamamı söyledi. Buzdolabında 2 yıla kadar muhafaza edebileceğimi ancak bu tipte karışımları yıllarca saklamanın etkisi bağlamında pek yararı olmadığını anlattı.


Yağı bir hafta kadar kullandım. Her duş ardından hem güzel kokusu hem de nemlendiren özelliği ile ruhumu okşuyordu. Onu sürerken niyetimi tekrar ediyordum. Bazı günler duş yapmasam da ellerini yıkadıktan sonra yatmadan ellerime sürüyordum. Niyetimi hatırlamak ve her gün kısa bir ritüel gerçekleştirmek hoşuma gitmişti. Henüz bir hafta kadar olmuştu ki bir gün işten eve döndüğümde dinlenmek için verandada uzanırken fikir aklıma geldi. Alie’nin tariflerini yazacaktım. Bana öğrettiklerini ve nasıl uygulanması gerektiğini anlatacaktım.


Bu işten hem keyif alabilir hem de öğrendiklerimi uygulama fırsatı bulabilirdim. Fikrimi Alie ile paylaşınca çok sevindi ve bana tüyolar konusunda yardımcı olmaktan mutluluk duyacağını söyledi. Hızlıca paylaşabileceğimiz tarifler üzerinde çalışmaya başladık.


Bu bir vücut yağı tarifiydi ve aslında Alie’nin sihirli tariflerini anlatmama ön ayak olan ilk karışımın hikayesi… İlham vermesi dileği ile!

Comments


bottom of page