Tanrılar
- 14 Ağu
- 9 dakikada okunur
“Bilmez misin kadim dostum? Tanrılar çoğunlukla bize zalim davrandılar fakat kimi zamanlar var ki aniden çıkageldiler ve bir mucize yaratarak hayatta bize bir şans daha verdiler.”
Sağ kanadının altında derin ve eski bir yara izi olan bu yaşlı manta vatozu, geniş kanatlarını açmış yüzerken yakın dostlarından biriyle karşılaşmış ve bu özel günün heyecanıyla ona, az sonra tüm sürüye anlatmayı planladığı hikaye hakkında açıklama yapıyordu.
Manta sürüleri her yıl okyanus akıntılarının birleştiği noktada toplanır, aylardır görüşmeyen mantalar coşkulu kavuşmalarını bir ritüel ile taçlandırır ve ilk sözü mutlaka sürünün en yaşlısına bırakırlardı. Bu yıl sürünün en yaşlası Atlcemican’dı.
İsmini annesi, ilk kez yalnız başına derin sularda avlanmaya çıktığında, bir zıpkının keskin hedefinden mucize eseri kurtulduğu gün koymuştu. Sağ kanadının altında taşıdığı yara izi de o günün anısıydı. Anlamı İnka Tanrıları’nın dilinde “Sonsuz Su / Derin Su” anlamına geliyordu. Atlcemican, Meksika’nın tropikal sularının en geniş kanatlı vatozlarından biriydi ve tanrılarla çok kez karşılaşan, hayatı bağışlanan nadir canlılardandı.
Arkadaşıyla birlikte akıntıyı takip ederken bu kutsal anları yineleyerek kendine hatırlatıyor ve konuşmasını yapmadan evvel cesaretini toplamaya çalışıyordu. Sakin ve fırtınasız bir gündü, tanrılar bugün zalim değildi. Önlerinde uzanan okyanus ihtişamlıydı. Birkaç metre yukarıda, yüzeyde, dalgalar arasında kırılıp derinliklere ulaşamadan silinen güneşin dans eden ışıkları, mavinin tonlarını yaratıyordu. Balık sürüleri ahenkli danslarla yanlarından geçiyorlardı ve derinler sakindi. Sürüyü görene kadar kah sohbet ederek kah sessizce bu eşsiz manzarayı izlediler.
Sürü ufukta belirince Atlcemican yıllardır heyecanlandığı gibi aynı coşkuyu hissetti. Bu manzara, sadece kendisi için yüceltilecek bir görüntü olamazdı. Yüzlerce manta vatozu yılın bu zamanı yeniden buluşmak için onca yolu kat etmiş ve okyanusun ortasında metrelerce genişlikte, devasa bir sürü oluşturmuştu.
Bu kutsal bir gündü!
Sürü buluşmasına ilk kez annesinin kanatları altında geldiği gün dün gibiydi. Dev mantaların yüzlercesinin bir araya geldiği, geniş, girdabı andıran bir çembere katılmışlar ve hep birlikte kutsal öğretilerini aktarmak üzere konuşan Baba Varga’yı, yani en yaşlı mantayı dinlemişlerdi. Bu inanç tazeledikleri ve sürünün yeni üyelerini tanıdıkları önemli bir buluşmaydı. Öğütler verilir ve eğer şanslılarsa tanrıların ziyareti sayesinde kutsanırlardı. Atlcemican daha evvel böyle bir ziyarete denk gelmişti. Suyun altında beliren 3 tanrı, sürü girdabının hemen yanında ritüllerine katılmış ve uzunca bir süre ahenkle onlara eşlik etmişlerdi. Tanrılar hem suyun altında hem yüzeyde yaşamlarını sürüdürebiliyorlardı.
İnce uzun bedenleri, aynı bir denizyıldızının kolları gibi ayrılan ve hareketlerini sağlayan uzuvları vardı, hatta kimilerinin kafasında çeşitli renklerde yosun benzeri suda salınan taçları bulunuyordu. Karada iki uzuvlarının üzerinde yürürken, suda yüzme kabiliyetleri de vardı. Bazıları kibar ve sakindi, bazıları acımasız ve saldırgan. Ancak onlar hükümdardı, kutsaldı. Atlcemican daha küçük bir vatozken kendini avlamak isteyen bir tanrının zıpkınından zor kurtarmış olsa da yıllar evvel başka bir tanrı tarafından hayatta ikinci şansa layık görülmüştü.
Tanrılara duydukları inanç yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılmıştı. Gün geçtikçe varlıklarından daha emin olmuşlar ve onlarla temas kurma şansına sahip olmuşlardı. Hiçbir karşılaşma tesadüf değildi, her bir temas ardından mucizeler veya kimi zaman felaketlerle karşılaşmışlardı.
Tanrılar sürülerini kutsamaya geldiği yıl yavru sayıları artmış, avlarına bereket gelmiş, hatta kaza ve ölümler azalmıştı. Annesi bu hikayeyi belki on belki yüzlerce kez çevre sürülerden karşılaştığı her mantaya anlatmıştı. Atlcemican tanrıları sevmeyi annesinden öğrenmişti. Yoksa bu yaşa kadar nasıl hayatta kalacaktı?
Bu nedenle heyecanlıydı. Belki tanrılar onun hikayesini duymak için ziyarete gelir ve sürüyü bir kez daha kutsarlardı. Nede olsa tanrılar inancını sınadığı gün ona cevap vermişler, ona yardım etmeyi seçmişlerdi.
Eğer böyle bir mucize gerçekleşirse ismi sonsuza dek yaşatılır hem belki de son yıllarda zalimce öldürülen türler için ve gün geçtikçe nefes almakta zorlandıkları okyanusa derman olacak bir çare de bulunurdu.
Bugün onun günüydü! Öne atıldı, arkadaşını geride bıraktı ve en küçüğü beş metre genişliğinde yüzlerce kanadın arasından süzülerek sürünün merkezine doğru ilerledi. Kendi kanatlarının genişliği bile neredeyse 10 metre kadardı. Onu uzaktan gören tüm mantalar yol vermek için kenara çekilirken saygı göstergesi olarak hafif dokunuşlarla kanatlarına temas ediyorlardı.
Atlcemican derinlerden yüzeye uzanan ve çevresini bir duvar gibi saran vatoz girdabına bakarak konuşmasına başladı.
“Her yıl olduğu gibi bu yıl da sürümüz bütün ihtişamıyla burada. Atalarımızın izinden ayrılmadan milyonlarca yıldır geleneğimizi sürdürüyoruz. Fırtınaları ve savaşları, açlığı ve daha nice tehlikeleri atlattık. Şimdi yenidenden, hoş geldiniz kardeşlerim!” diye seslendi.
Bu cümleler ardından sürünün içerisinde bazı mantalar hızla yüzeye doğru hareket etti ve gökyüzüne uzanan birer atlayışla coşkularını gösterdiler.
Atlcemican aynı planladığı ve kendi büyüklerinden de zamanında dinlediği gibi konuşmasına devam etti, “Ve dilerim tanrılar bu yıl da avlarımızı, yuvalarımızı ve yaşamlarımızı kutsar! Zor yıllar geçirdik kardeşlerim ve farkındayım, koşullar gitgide daha çetin oluyor. Yine de türümüz, tanrıların en emek verdiği ve ihtişamını esirgemediği ırktır. Bizler gecenin sessiz kanatları, okyanusun en büyük kuşlarıyız. Bizler binlerce yıldır bu suların hakimi ve vatoz ırkının en soylularıyız. Bu nedenle tanrıları yüceltme sorumluluğumuzun da bilincinde olmalıyız.”
Kendi sözlerinin etkisine kapılmış ve kalbi gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Etrafını saran kalabalığın da aynı duyguya gelmesini yürekten arzu ediyordu. Bu nedenle konuşmaya devam ederken girdabın içerisinde daireler çizmeye başladı.
“Deniz yıldızlarının efsanesini hatırlayın! Binlercesi tanrıların zalim fırtınasına kapılmış, ıssız bir adanın kumsalına vurmuş, çaresizce tükenişin eşiğine gelmişlerdi. Ancak tanrılar bu duruma göz yummadılar. Çünkü aralarında hala yaşaması gereken, hala çoğalması gereken yıldızlar vardı. Ve bazı denizyıldızları bizzat tanrılar tarafından toplanarak okyanusa geri döndürüldüler.”
Atlcemican kalabalığın tepkisini tartmak yerine kendini konuşmasının coşkusuna bıraktı.
“Tanrıları görmek umuduyla yüzeye çıkan fener balığını hatırlayın! O ki basınca dayanamayacağını bilerek kendi habitatının dışına çıkmaya cesaret etmiştir. O gün tanrılar onu karşılamak için denizde bekliyorlardı. Yapılan fedakarlığı gördüler ve son yüzgeç darbesine kadar yanında kaldılar!”
Coşkusunu ziverye taşımak üzereydi. Sıra kendi hikayesine gelmişti. Ancak kalabalığın içerisinden bir ses konuşmasını kesti. “Peki ya öldürüp yok ettikleri türler? Peki ya sonu görünmeyen ağların içerisinde kaybolan annem ve babam? Tanrılar bizi neden felaketlerden korumuyorlar?”
Atlcemican sakindi. Bu ses belli ki henüz çok genç olan bir manta vatozundan geliyordu. Zamanla öğrenecekti. Sakince etrafında kanat çırpan çemberin tam ortasında durdu ve gözlerini yumarak yanıt verdi. “Tanrıların işine akıl sıra ermez genç vatoz. Ancak bir dengeyi gözettiklerine ve bizler için en iyisini istediklerine şüphem yok.
Beni bundan birkaç yıl önce kurtaran tanrı, karaya vurduğum o sahilde, ıssızlığın içerisinden çıkıp geldi. Var gücüyle beni okyanusa geri taşıdı. Halbuki ben, eşimi kaybetmenin acısına yenilmiş ve bu hayatı terk etmeye karar vermiştim.” Bu itirafın ardından vatozların bakışlarını üzerinde hissetti. Aslında hikayeyi böyle anlatmak istememişti, fakat coşkusuna yenilmişti bir kez. Konuşmasını bu noktadan sonra vatozların gözünde yüceltmesine imkan yoktu. İntihar ne yazık ki hoş görülen bir davranış değildi. Ancak bunun yerine sükuneti ve mutlak kabullenişteki huzuru onlara öğütleyebilirdi.
“Tanrıların bizlerden çok daha üstün amaçları ve zekaları var. Belki de onların ne istediklerini tam olarak anladığımız gün bu yaptıklarını da ceza ve ızdırap olarak göremeyi bırakacağız. Ancak bugün yapılması gereken sakince kabul etmek ve kutsallıklarından şüphe duymamaktır.”
Genç vatozun sesi birkez daha duyuldu. “Kabul etmeyeceğim! Senin gibi körü körüne bizi ölüme mahkum edişlerine göz yummayacağım! Tanrı dediğin kurtarıcıdır, bu acımasız varlıkların nesi Tanrı?” Bu sözler vatozlar arasında yankılandı ve uğultulu, ürpertici bir şüpheye dönüştü.
Atlcemican bir anlık güç almak istercesine uğultulu kalabalığın içerisinde gözleriyle arkadaşını aradı, fakat tanıdık bir sima göremedi. Toplantı bitmişti, en azından onun konuşmasını yapacağı bölüm sona ermişti. Ne yazık ki tanrılar konuşmasını kutsamak bir yana, bu hak etmediği muamele karşısında ona bir destek dahi göndermemişlerdi.
O an anladı, belli ki bu geçmesi gereken bir sınavdı ve Atlcemican’ın ne olursa olsun bu yola baş koyduğunu kanıtlaması gerekiyordu. Kim bilir, belki bu sayede vatozların da inancını tazeleyebilirdi ve tanrılar yeniden mucizelerini gönderirlerdi.
“Kanıtlayacağım!” dedi. Sesi beklediği güçte çıkmasa da bu sözcük yakınındaki birkaç vatozun dikkatini çekmişti. Onlar da merakla bu yükselişin dönüşeceği hezeyanı görmek için heveslenen tiplerdi. Boş vaatlerde bulunmadığını herkese gösterecekti. O zaman daha kuvvetli bir sesle bağırdı “Kanıtlayacağım!” ve aniden sessizleşen kalabalığın arasından hızla yüzerek açık denize doğru uzaklaştı. Geriye dönüp bakarsa cesareti kırılır diye korkusundan durmadan ilerledi.
Evet kanıtlamak arzusundaydı ama bunu nasıl yapacaktı? Hayatını tehlikeye atmak bu sefer sonunu getirebilirdi. Yine de vatoz ırkının tanrılardan vazgeçmesi onun hayatından çok daha önemli bir sorundu.
Bu esnada arkasında birinin varlığını duyumsadı ve gelenin arkadaşı olduğunu düşünerek döndü. Daha evvel görmediği ancak belli ki sürüye ait, orta yaşlarında bir vatozdu bu. “Demek kanıtlamak arzusundasın?” diye sordu. Atlcemican henüz bir planı olmasa da bu yoldan geri dönüşü olmadığını ifade etmek istercesine “Evet.” diye yanıt verdi. O zaman vatoz “Seninle gelmemde bir mahsur var mı?” diye sordu. Atlcemican şaşırarak “Yapacağım şey tehlikeli olabilir ve zarar görmeni istemem.” Diye karşılık verdi. Belli ki vatoz aldığı karardan fazlasıyla emindi. “Ziyanı yok, zaten yalnız bir vatozum ben, arayanım soranım olmaz. Bakarsın bir mucize olur ve tanrılar bizleri kurtarmaya gelirler. Ben de senin şahidin olmuş olurum.”
Böylece iki vatoz okyanusun eşsiz maviliğinde uzunca bir süre yüzdüler. Mercan resiflerini ve balık sürülerini geride bıraktılar. Aşina oldukları sular geride kalırken Atlcemican belli etmeden yol arkadaşına baktı, tam yanında kendinden emin bir şekilde kanat çırpıyordu. Kararını yeniden sorgulamak istedi fakat bir yandan da yol arkadaşını kaybetmekten öylesine korktu. Bu nedenle iki vatoz sessizce yolculuklarını sürdürdüler.
Acıktıklarında gece olmuştu, beslenmek için yüzeye çıktıklarında Atlcemican yıldızlarla bezenmiş muhteşem gökyüzünü görünce gülümsedi. Yanındaki vatoza dönerek “Bu bile inancını tazelemek için yeterli değil mi?” dedi. Bu muhteşem manzarayı yoldaşıyla paylaşabilmenin derin huşusunu yaşadı. Ertesi gün, gün ışığı ile birlikte yola devam ettiler.
Kambur balinalarla karşılaştıklarında bir günü aşkın bir süredir durmaksızın yüzmüşlerdi. Balinalar, her iki vatozu da ileride onları bekleyen fırtına ve avlanma riskine karşı uyardı. İşte o zaman Atlcemican kaderin onun için çizdiği yolu anladı, ve yoldaşını bu sefer gerçekten tehlikeye atmak endişesi duyarak “Benim gideceğim yön belli oldu sevgili dostum. Ancak bu tehlikeli bir yol, geri dönmeni öneririm. Eğer şansım yaver giderse sonunda bir mucize ile yanınıza dönerim ve o zaman bunu birlikte kutlarız.” diye uyardı.
Vatoz da “Sana eşlik ederken bunu güvenli olduğu için yapmadım sevgili dostum. Senin kalbindeki güce inandığım için yaptım. Şimdi bu yoldan vazgeçersem inancımın ne anlamı kalır?” Dedi.
Dostunun gücünü arkasında hisseden Atlcemican fırtınaya doğru ilerlemeye koyuldu. Okyanus şimdi sessiz bir uğultu ve tehditkar bir maviye dönüşmüştü. Bir süre sonra su sallanmaya ve çalkantı onları savurmaya başladı. Büyük dalgalarla savaşmanın bir anlamı yoktu, aksine ritme ayak uydurmaya çalışmak fırtınayı atlatmanın en mantıklı yoluydu.
Yaklaşık bir saat süren savaşın ardından yorgun düşen Atlcemican ve yoldaşı, bir süre dinlenmek için durmaya karar verdiler. O zaman vatoz “Sanıyorum ilk sınavımızı verdik dostum.” dedi.
Atlcemican da yorgun düşmüştü. Yoldaşının kalbine biraz olsun huzur versin diye annesinin ona tekrar ettiği sözleri söyledi “Her fırtına yaşamın kendisinin bir mucize olduğunu bize hatırlatır.” ve onlar için dinlenecek bir köşe aramaya koyuldu.
İki manta vatozu, ısınan deniz sularında hala yanmamış ve canlılığını koruyan bir mercan resifinde durakladılar. Dinlendikleri sırada bir yengeç sürüsüyle karşılaştılar. Yazık, pek çoğunun bacakları kopmuş, kabukları zarar görmüştü. Son hızla yanlarından geçerken Atlcemican üzülerek bir tanesine sordu. “Neden kaçıyorsunuz?” Yengeç yaşadığı korku ve panikle “Uzaklaşın dostum, ileride büyük bir ağ var. Denizin dibini tarıyorlar. Derhal uzaklaşın.” Diye çığlık attı.
Atlcemican aradığı fırsatın bu olduğunu biliyordu, yoldaşına sessiz bir bakış attı. Bu aynı zamanda bir intihar görevi olabilirdi. Önlerinden geçen yengeç sürüsünü izlerken dehşetin yüzünü hayal etmeye çalıştılar, birbirlerinin üzerinden koşan, kimisi ileri zıplayarak öne geçmeye çabalayan yüzlerce belki binlerce yengeç, okyanusun dibinde adeta kumdan bir fırtına yaratıyordu.
Her şey sakinleyince Atlcemican yeniden yoldaşına döndü “Sevgili dostum, hala benimle gelmekte ısrarcı mısın?” Bu soruyu aynı zamanda kendine de soruyordu. Bu yolun dönüşü yoktu ne yazık ki. Fakat bu aynı zamanda mucizeyi çağırabilecek tek yol olabilirdi.
Vatoz yoldaşının kanadına dokundu. “Hazırım Atlcemican!” Onun kendisine duyduğu inanç Atlcemican için de tutunduğu bir dala dönüşmüştü. Belki de tanrılar ona bu yoldaşı, yolu yürüyebilmesi için vermişlerdi.
Ve iki vatoz az evvel yengeçlerin geçtiği yolu takip etmeye koyuldular. Okyanusun bu kısmı fazla derin değildi, bu nedenle gittikçe kuraklaşan ve gemilerin ölümcül darbeleri yüzünden harab olmuş alanlardan geçerken Atlcemican’ın içini üzüntü ve korku kapladı. Kurumuş ve rengini kaybetmiş mercan kalıntıları, hatta kimi canlılara ait hayalet artıklar bölgeyi bir mezarlığa çevirmişti.
Bir süre sonra uzaktan geminin sesi duyulduğunda vücuduna yayılan adrenalini hissetti. Yoldaşının da yüzünde kendisinde olduğu gibi korkuya direnen cesur bir ifade vardı. “Ağ geldiğinde hayatta kalmaya bakacağız sevgili dostum. Tanrılara ancak bu şekilde ulaşmayı başarabiliriz.” Yoldaşı onu sessizce onayladığı sırada ses hızla yükseliyordu. Kısa bir süre sonra kendilerine doğru yüzen balık sürüleriyle karşılaşmaya başladılar. Canlarını kurtarabilmek için var güçleriyle yüzüyorlardı. Vahşet ve şaşkınlık içerisinde onları izlerken mavi ufukta bir karaltı belirdi. Bilmeyen biri için bu pekala bir dalga veya bir kum fırtınası anlamına da gelebilirdi. Fakat çığlıklar ve motorun gürültüsü beraberinde ölüm ve korkuyla taşmış ağları getirdi.
Çarpışmanın şiddetiyle Atlcemican ve yoldaşı baygın düştü. Ne var ki nefes alamadıklarını hissettikleri o anda canhıraş bir dürtü onları hayata geri çekmeyi başardı Kendilerini binlerce canlının yanında, büyük metal bir yüzeye serilmiş halde buldular. Tanrılar kimilerini suya geri atıyor, kimilerini görmezden geliyor veya ayırıyorlardı. Atlcemican öylesine büyüktü ki çırpınınca hızlıca dikkatleri üzerinde topladı. Şimdi tanrılar onun etrafına toplanmışlar inceliyorlardı. Atlcemican bağırdı, okyanusun, sürüsünün ve canlıların onlara ihtiyacı olduğunu söyledi. Solungaçlarının yettiğince onlara minnet dolu dualar etti.
Bunun üzerine tanrılar uzaklaştılar ve bir süre sonra ellerinde çengelli zincirlerle geri geldiler. Atlcemican’ı bu zincirlerle iki kanadından astılar ve demirden bir direğe gerdiler. Sevgili yoldaşı vatoz, bu sırada gözden kaybolmuştu. Belki onu suya geri bırakmışlardır diye düşündü Atlcemican. Son nefesini verirken yine de halkı ve tüm deniz canlıları için tanırlara ulaşmaya çabaladığını bilerek gözlerini huzurla kapadı.
Fakat bir mucize oldu, evet. Atlcemican yeniden yeni bir bedende gözlerini açtı.
Yıllar geçti, büyüdü ve aynı pek çok insan gibi düzene ayak uydurarak yaşamını sürdürdü. Ne var ki kaderin onun için bir planı olduğunu ilk kez 17 yaşında, yıllar evvel kanat çırptığı okyanusta yüzmeye gittiğinde anladı.
Yaz mevsiminin sonlarında yağmurlu bir gündü. Fırtına yoktu fakat bulutlar simsiyahtı. Hiçbir insana bahşedilmeyen bir mucize gerçekleşti, ve Atlcemican yüzdüğü sırada sırtına bir yıldırım isabet etti. Yıldırım onu öldürmedi fakat bir daha eskisi gibi de olmayacaktı. Çünkü vücuduna zarar vermeyen yıldırım, zihninde değişimi tetiklemişti.
Önce aklını kaybedeceğini zannetti, varlığından şüphe duydu. Adrenalin ve korku içinde nereye gittiğine aldırmaksızın yüzdü, karadan uzaklaşırken tüm hatıralar sanki beynine aynı anda enjekte ediliyor gibiydi. Bir an için öldüğünü sandı fakat son derece hayattaydı.
Hatıralarında zihnini dolduran vatoz gibi derinlere dalmak, dalgaların üzerinden zıplamak ve kanat çırparak yüzebilmek istedi. İlk kez böylesine bir canlının arzularını, tutkularını ve korkularını paylaşıyordu. Kendini onun gözünden yeniden görüyordu ve geçmişle bugün birleşti…
Bir anda her şey bitti. Su durdu, zaman durdu, ruhu ve zihni sakinledi. Ve Atlcemican okyanusun ortasında yüzüne vuran yağmurun altında, o an, tanrıya ulaştığını anladı.



Yorumlar