Dansa Davet
- Doga Tiryaki
- 6 Ağu 2023
- 17 dakikada okunur
“Neden olmasın?” diyebilmek için çok vakit kaybettiğini düşünüyordu. Gerçi modern yaşamın gerekleri, sorumlulukları ve ilişki yapıları herkesin olduğu kadar onun hayatında da yer kaplamıştı. Kendini garantiye alacak bir kariyeri vardı, memur olmuştu ve hayatını sürdürmesine yetecek parayı kazanıyordu. En güvendiği ve ilk aşık olduğu adamla evlenmişti. Eski olsa da başını sokacak ve gönlünce döşediği bir evi vardı. Kalbine ağırlık yapan tek yük aşk diye başlayan ilişkisinin duygudan yoksun bir sömürüye dönüşmüş olmasıydı. Bunu nasıl düzelteceğini düşünürken her şey bir anda tepetaklak olmuş ve boşanmışlardı. Şimdi kendini yeni bir çıkmazın içinde bulmuştu. Bir yandan boşandığı için yaşamında koca bir boşluk varmış gibi hissediyordu, bir yandan da yıllardır sırtına yük olan bu çantadan ağırlık yapan eşyaları attığı için bir kuş kadar özgürdü. Bu nedenle şimdiye kadar yarım bıraktığı veya başlayamadığı şeyleri deneyerek bu boşluğa merhem olmaya karar vermişti.
Bazen evlilik alışkanlıklarının yerini doldurmaz, içi sızlar ve onu üzerdi. Böyle zamanlarda ne yapacağını bilemez, kendini balkona atıp hemen bir sigara yakar ve bir süre anılarına dalıp giderdi. Fakat evliliğinin güzel günlerine duyduğu özlem yüzünden artık kendine acımak istemiyordu. Eski kocasının ihanetiyle biten evlilikleri ardından adamın yeni sevgilisiyle gününü gün ettiğine emindi. Kendisini bir hizmetçi gibi yıllarca kullanmış, üstüne üslük bir gün bile görmediği sürprizleri kredi kartlarına kadar borca girerek o kadına yapmıştı. Şimdi aşkı uğruna borçları içinde sürünmesini diliyordu. Bu suçu sadece eski kocasına yüklemiyordu, ona boyun eydiği için kendisi de suçluydu. Suçlu aramak yerine önüne bakmayı tercih edecekti çünkü sıra artık kendisine gelmişti. Hayatı yaşamayı yeniden öğrenebilirdi.
İki yakın arkadaşı vardı ve onlar da eşlerinden uzun zaman önce boşanmışlardı. Şimdi birbirlerine kader yoldaşlığı yapıyorlardı. Her yaz mutlaka bir seyahat planlarlar ve gelemeyeceğini bilseler de Sinem’i de davet ederlerdi. Sinem boşanana kadar yaz tatillerini hep kayınvalidesinin yazlığında geçirmişti. Çoğunlukla yaz için hayalleri bambaşka olsa da eşini ailesinin yanında yalnız bırakan gelin olmak onun görgüsüne ve kocasının kurallarına uygun değildi. Bu nedenle her tatilini kayınvalidesinin Şile’deki eski evinde değerlendirmek zorunda kalmıştı. Gün boyunca evde yemek ve temizlik işlerini yapar, akşama doğru da kocası onu denize götürürdü. Hayatı önceden planlanmış pek çok görevle doluydu. Bu da evliliği hakkında sevmediği başka bir konuydu zaten. Hem kocası hem de onun ailesi için hizmetçiden bir farkı yoktu. Ancak bu yaz farklı olacaktı. Sinem artık başkaları için yaşamayacaktı. 10 günlük kocaman tatili doyasıya, gönlünce geçirebilirdi.
Her cuma akşamı mesai sonrası arkadaşlarıyla deniz kenarında, kokteylleriyle ünlü bir barda buluşurlardı. Duruma göre en az bir iki kadeh içmeden de dağılmazlardı. O Cuma akşamı da her zamanki gibi aynı barda buluşmuşlardı. Ortam kalabalıktı. Yıllardır hizmet veren kalın ahşap tezgahların ardında artık yaşlanan barın sahibi, bir yandan müşterileri karşılarken bir yandan da yanında çalışan gençleri eğitiyordu. Onlara malzemeleri nasıl karıştırmaları gerektiğini ve imza kokteylinin nasıl hazırlandığını anlatıyordu. Dövülen demetlerden etrafa taze nane kokusu yayılıyor, yazın tatlı mayhoşluğu hazırlanan her bardakta adeta insanın içini serinletiyordu. Duvarlarda durmadan çalışan pervaneler bu ferahlığa karışan tatlı içki aromasını ortama dağıtıyordu. Müzik henüz hafifti, haftanın stresini atmak isteyenleri içeriye davet edercesine kapıdan uzanıyordu. İçeride birkaç tane orta yaşlı iş insanı, bolca eğlenmeye gelen genç, artık gedikli müşteri olmuş ve mesai sonrası bara gelmiş çeşitli insanlar vardı. Herkes keyifle sohbet ederken haftayı kapatıyordu. Bu serin yaz akşamında gün batımını yakalamışlar ve bara geçerek içkilerini sipariş etmişlerdi. Sedef etrafına bakınarak potansiyel tanışmaya değer adayları gözden geçiriyordu. Genellikle zor beğenirdi. Baştan çıkaran bakışlarına aldanıp yanına gelmeye cesaret eden adamları küçük görme eğiliminde olduğu için çoğunlukla onları yıldırıp uzaklaştırırdı. Belki de korkuyordu, birilerinin ilgisini deli gibi istese de basbaya tekrar bir ilişki yaşamaktan korkuyordu.
Sinem bu konuda biricik arkadaşı Sedef’e demeç verirken, Sedef onu dinliyormuş gibi yapıyor ve sadece başını sallıyordu. Diğer yanında Deniz barmene içkiler için bir şeyler tembihliyor, şişeleri gösteriyor ve adamı mesleğinden soğutmaya çalışıyordu.
Sonunda garson geldi ve onları kalabalıktan uzakta, denize yakın bir masaya götürdü. Oturur oturmaz Deniz “Evet, meşhur yaz tatili planlarımızı yapmaya hazır mıyız?” Sinem heyecanla “Evet! O kadar hazırım ki!” diye cikledi. Bunun üzerine Sedef, barın öbür köşesindeki kur yaptığı adamı kesmeye devam ederken “Valla bu yıl çok çılgın bir deneyim yaşamaya karar verdik.” dedi. Deniz hemen ekledi “Şimdi her Cuma uğrak mekanımız olan Günbatımı barının mantar panosuna gideceğim ve orada bulunan ilk fırsat tatili seçerek geleceğim. Çünkü bu yaz Sinem için tahminin ötesinde ve ilham verecek bir tatil olmasını istiyorum.” Sinem heyecanla “Ooooo! Şansıma güvenmeli miyim?” diye sordu. Enerjinin gücüne her zaman inanan Deniz.“ Ben senin şansına güveniyorum. Çünkü bu tatil tazelenmek ve yeni bir sayfa açmak için çok güzel bir fırsat. Bizler bunu kalbimizden istiyoruz, senin de istediğini biliyoruz. Bu şansın için yeterli bir gücü sağlayacaktır. Hem unutma ki bu tatili birlikte yapacağız!” Yeni şeylere duyduğu hevesle Sedef’i ve Sinem’i de heyecanlandıran Deniz, yüzlerdeki gülümsemeyi görünce kalabalığın içine daldı ve yıllardır ilanlarla dolup taşan eski mantar panonun yanına gitti.
Bir süre sonra elinde biraz buruşmuş bir ilanla geri döndü. Bu bir sağlıklı yaşam merkezi kampanyasıydı. Herkes sessizce ilanı incelerken garson içkilerini getirdi ve bu sırada Sinem’in elinde tuttuğu ilanı gördü. “Eğer bu tesise gitmeyi planlıyorsanız emin olun asla pişman olmazsınız. Doğa ve bulunduğu koy o kadar güzel ki kesinlikle tavsiye ederim.” Sinem garsona gülümsemeye çalışarak ilanı masaya geri bıraktı.
Tatilden beklentisi bu muydu pek emin emin olamıyordu. Sessizliği ilk kez Sedef bozdu. “Aslında özellikle sana iyi geleceğine inanıyorum Sinem”. Deniz bu sırada telefondan tesisi inceliyordu. “Off şu manzaraya bakın! Sinem kesinlikle kader seni muhteşem bir yere götürmeyi seçti. Ben böyle şanslara inanırım". Sinem yarım ağızla. “Ya, tabi. Kader beni genellikle şanslı olduğum şeylere yönlendirir...” dedi. Deniz bunun üzerine arkadaşını bu buhranlı düşünce şeklinden uzaklaştırmak istedi. “Yapma böyle ve bana güven. Bunu biz Sedefle daha önce denedik. Yani mantar pano olayını.Dayanamayan Sedef bardaki adamı kesmeyi bırakıp lafa atladı. “Sen deli misin!? Muhteşem 3 günlük bir tekne turuna gitmiştik. Bol bol parti ve güneş.” Deniz sosyal medya hesabından şartları okumaya başladı. “Birkaç form doldurmamız lazım. Ama öncelikle Ağustos sonu izin alıyoruz onu söyleyeyim ve gitmeden 3 gün önce alkol, sigara, kırmızı et ve seks yok! Ona göre.” Sinem’in de Sedef’in de yüzü düştü. Sedef “Şansımıza askeri kamp mı çıktı acaba?” Bunun üzerine Deniz Sedef’e ters bir bakış attı ve Sinem’e dönerek “Asma suratınııı! Orada sigaraya hiç ihtiyaç duymayacaksın, ruhun huzur bulacak. Temizleneceksin ve yenileneceksin. Sedef de biraz “hayatına” mola vermiş olur. Değil mi Sedef?” Sinem şansına duyduğu güvensizlikle kafasını yana düşürdü “İyi hadi bakalım.” demekle yetindi. Sedef ilandaki detayları pek incelememişti. Ne olacak yani diye düşündü, yine eğlence ve sağlıklı yaşamayı seven yakışıklı birkaç yabancı bulacaktı kendine. Deniz aralarında durumdan en memnun olanlarıydı. Hayatını spor ve sağlıklı yaşama adadığı için bu tatilin kendilerine her açıdan çok iyi geleceğine fazlasıyla emindi.
2 ay hızlı bir şekilde geçti ve tatil günü geldi çattı. Deniz hariç hiç kimse alkol, seks ve sigara kuralına uyamadı. Hatta Sinem havalimanında sabah kahvesini yudumlarken son sigarası olduğunu iddia ederek Deniz’i ikna etmeye çalışıyordu. Sedef takıldığı adamlardan birini evden zar zor kovaladığı için her zaman olduğu gibi geç kalmasına kılıf uydurmaya çalışıyordu.
Tatil köyü adeta cennetten bir parçaydı. Yoğun ağaçların arasında, şehirden ve sesten uzak, minik beyaz taştan evlerle donatılmıştı. Geniş arazide serbest dolaşan tavuskuşları, iguanalar ve büyük kaplumbağalar vardı. Tesisin neresinde yürürsen yürü fonda zen müziği adımlarını takip ediyor ve her köşe başında bulunan minik barlardan dilediğin zaman içebileceğin renk renk sağlıklı içecekler servis ediliyordu. Tesisin göbeğinde kıvrımlı ve tropik çiçeklerle bezeli adacıkları olan büyük taştan bir havuz vardı. İnsanlar diledikleri gibi yüzüyor ve neredeyse birbirlerine rastlamadan havuzda vakit geçirebiliyorlardı. Hava sonbahara kavuşmak üzere son sıcaklarını sunuyordu. Deniz davetkar ve dekorasyon ruhu okşuyordu. Bir insan tatil köyünden daha ne isteyebilirdi ki?
Sinem 3. günün sonunda delirme noktasına geldiğini düşünmeye başladı. Yoga derslerinden meditasyona, sağlıklı beslenme atölyelerinden kişisel gelişim seminerlerine, ağızlarına kadar dolup taşmışlardı. Sedef kendince bir yol bulmuştu. İlişki korkusunu yenmek bahanesiyle yakışıklı, hippi görünümlü terapisle geçirdiği saatleri artırmış ve bavuluna attığı viskiyle idare ediyordu. Deniz ise tam da istediği sağlıklı yaşam tatiline kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. Onu atölyeler haricinde ancak yemeklerde yakalamak mümkündü. Fakat Sinem’in bu tatilden tek beklentisi biraz olsun eğlenebilmek ve dağıtmaktı. Bunun yerine sağlıklı yaşam ritülleri içinde kendine rahatlayacak bir an bile yaratamıyordu. Bu atölyeler ve hevesle şifa arayan insanlar ona kendini dışarıdan biriymiş gibi hissediyordu. Deniz bir arada oldukları her çalışma sonrasında yanına sokulup “Ohh iyi geldi değil mi tatlım?” diye sormuyor muydu bir de! Bir türlü kafasını veremiyordu ve bunu artık sigara içmeden sürdürebileceğine duyduğu inancı yitirmişti. Günün son dersi öncesinde yatağına uzanmış tavanda dönen pervaneyi izlerken yıllar sonra ilk bekar tatilinde çektiği eziyet nedendir diye düşündü. Sonunda daha fazla dayanamayacağına karar vererek dönüş yolu için bavula attığı sigarasını aldı ve odasını terk etti. Kimse onu fark etmeden hızlıca evlerin arasına daldı. Telefonda önemli bir şey konuşuyormuş gibi yaparak birkaç kişiye gülümsedi ve tatil köyünün sınırlarına kadar yürümeyi başardı. Kuytu ve ağaçlarla kaplı bir duvar dibi bulunca aceleyle cebinden paketi çıkardı ve titreyen ellerle sigarasını yaktı. Kendi kendine bir sağa bir sola volta atarken “Tanrımmm! Kalan 7 güne kim tahammül edebilir? Hem iyi hissediyor olsam şu an bu durumda olur muydum?” diye söylendi. Hızlı bir nefes alınca, uzun zamandır içmediği sigara başını döndürdü ve tam sendelediği sırada omzunda bir elin varlığını hissetti. Arkasındaki kadın “Eminim bu durumda olmazdın” diye ona yanıt verdi. Sinem’in başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Yalandan bir bahane üretmek üzere en pişman yüzüyle arkasına döndü ve sözcükler dudaklarında yok oldu. Karşısındaki kadın gülümsüyordu, duruşu, bakışları, rahat ve biraz da Anadolu’nun otantik motiflerinden izler taşıyan giyimiyle insana güven veriyordu. Teni öyle parlak ve taze görünüyordu ki ona dikkatlice bakmayan biri genç olduğunu düşünebilirdi. Fakat gözlerindeki anlayış ve ağırbaşlı tavrından yaşının o kadar da genç olmadığı belliydi. Ne bir soru soruyor ne de bir yanıt bekliyordu. Anlıyordu! Sinem o anda ruhunun hafiflediğini hissetti. Durum Sinem’i o kadar şaşırtmıştı ki kadın onun elindeki sigarayı alıp ayağının altında söndürünce bir şey söylemek ihtiyacı duymadı.
“Benimle gel, seni benim mekanıma götüreceğim. Eminim sen de yogada esnemek, yemek yerine kinoa yemek ve şarap yerine sıvı sebze içmekten sıkılmışsındır.” Sinem mutluluktan ağlamak üzereydi. Gülümseyerek “Hem de nasıl!” dedi ve kadını takip etmeye başladı. Esmer, kıvrımları yerinde ve balık etli bir kadındı. Kıvırcık saçlarını kımızı bir tülbentle ensesinde topuz yapmış, renkli renkli takılar takmıştı. Evi karşılaştıkları yerden çok uzak değildi. Tatil köyünün beyaz taş binalarından birinde yaşıyordu, ağaçların bittiği ve deniz manzarasının başladığı yerde. Bahçesinde kararmış ve yanmaya hazır bir ateş çukuru, etrafında renkli büyük oturma minderleri ve büyük mumlar vardı. Otelin her bir noktasından duyulan zen müziği buraya ulaşamıyordu. Sinem sanki Sofi’nin Dünya’sını keşfe gelmişti. Evin girişinde bulunan teras cam panellerle çevriliydi. Ahşap ve beyazın hakim olduğu terasın bir tarafını bitkilerine ayırmış diğer tarafını ise kitaplık ve bar yapmıştı. Duvarlarında el yapımı antika maskeler, renkli tüyler, birkaç boy yağlı boya resim ve Fatma’nın elini temsilen renkli nazar boncuklu süslemeler vardı. Tam ortada manzarayı izleyen oturma grubu insanı kucaklıyordu. Neden saatlerce bu muhteşem huzurlu yerde oturup sohbet etmiyorlardı ki?
Sinem ağzı açık manzaraya bakarken kadın “Benim adım Ayşe. Tanışalım mı?”diye sordu. Sinem minnettar bir şekilde “Tabi, ben de Sinem. Kusura bakmayın hiç böyle bir yer görmeyi bekliyordum.” dedi ve dayanamayıp “Neden burada yaşıyorsunuz?” diye sordu. Ayşe ona gülümsedi. “Sen dilediğin yere yerleş. Ben de bize iki kadeh içki alıp geleceğim. Onu da konuşuruz.” diye yanıt verdi.
Ne hoş, insanın içinde ne güzel duygular uyandıran bir yerdi burası. Denizin üzerine vuran güneşi, ara sıra geçen yelkenlileri ve ufukta dizilmiş birkaç adayı büyük serin ağaçların gölgesinde izleyebiliyordun. Fazlasıyla oturacak yer vardı ama belli ki Ayşe aslında burada yalnız yaşıyordu. Yalnız ve mutlu bir kadın vardı karşısında. Tam da olmak istediği kadın!
Ayşe elinde iki küçük kadehle geri döndü. “Sana en güzelinden kırmızı bir şarap ikram edeyim.” diyerek kadehleri Sinem’e verip yanındaki mindere çöktü. “Çok güzel değil mi?” Gözlerini kısmış manzaraya bakıyordu. Birkaç cırcır böceği yaz mevsimini bağırıyor, rüzgar denizin ve yaprakların kokusunu onlara taşıyordu. Dalgın gözlerle ona bakan Sinem “Gerçekten de öyle.” dedi. Ayşe de ona gülümsedi. “Ben yıllar evvel buraya eşimle geldim. Eşim çok zengin bir ailenin tek çocuğuydu. Bu evi birlikte yaptık diyebilirim. Vefatından sonra burası bana kaldı. Ben de bu eve dönmeye ve burada yaşamaya karar verdim. Aslında şehir bana hiç bir zaman iyi gelmedi.”
Sinem içinde bir burukluk hissetmişti. Etrafına bakarken bu denli huzurlu ve mutlu bir yerde her gün eşinin anılarının acısını duyarak yaşıyor diye düşündü. “Üzgünüm.” diyebildi. Bunun üzerine Ayşe gülümseyerek “Evet, teşekkür ederim. Acılarım tükendi artık sadece güzel anılarım var.” Bunu söylerken gözlerindeki içten bakışı görebiliyordu. Aynı içtenlikle sordu. “Sen neden buradasın?” Bu soru Sinem’e aslında bir otelde olduğunu hatırladı. “Aslında arkadaşlarımla tatile çıktım. Bu tesisin ilanını akşam oturduğumuz barda bulduk ve sanırım benim şansıma güvendik.” Ayşe sakince ona gülümsemeye devam ediyordu. “Burası güzel bir tesis. Çoğu misafiri için amacına hizmet ediyor. Şanslı olduğunu düşünüyorum ama buna önce senin ikna olman lazım.” Sinem “Şuan şanslı olduğumu düşünüyorum mesela.” diyerek gülümsemiş.
Sohbet derinleşip konu konuyu açtıkça Ayşe Sinem’i daha yakından tanıma fırsatı buldu. Sinem ise Ayşe’nin hayata bakış açısını gördü, onun tabiriyle “ruhu rendeleyen duygular” veya düşüncelerle nasıl barış sağladığını dinledi. Ayşe hayatındaki pek çok savaşı bitirmişti. Fakat hiç birini reddetmiyor, bu savaşlar sayesinde kendini yeniden tanıdığını ve yarattığını söylüyordu.
Sinem güneye yaptığı bu sağlıklı yaşam yolculuğunun 3. gününde, ılık yaz mevsimini yaşadıkları bir akşamüstü, Ayşe’yle geçirdiği birkaç saat sayesinde aylardır ilk kez nefes aldığını hissetmişti. Ayşe Sinem’i 2 gün sonra kendi bahçesinde gerçekleştireceği dolunay buluşmasına davet etmek istedi. Sinem böyle buluşmalar veya dolunay gibi şeylerden pek anlamasa da akşam bahçedeki yanan ateşin ve etraftaki manzaranın büyüleyici olacağını bildiği için teklifi kabul etti.
İlerleyen 2 gün boyunca tesis Sinem için çok daha keyifli bir yer haline gelmişti. Yoganın tadını çıkarmaya çalışmış, gerçekten esnemek için çaba göstermiş, yemekleri yerken farklı lezzetlerle tanışmaya odaklanmış, yıllarca bavulunda tatilden tatile taşıdığı için kapağı yırtılan romanını okumaya başlamış ve hiç sigara içmemişti.
Bu arada Deniz ve Sedef tartışmışlardı. Deniz Sedef’in dersleri ekmesine ve sağda solda spor antrenörleriyle flört etmesine kızıyordu. Sedef ise Deniz’i anlayışsızlıkla suçluyor, bu tatili kabul ederken böyle askeri disiplinde yönetilen bir kampla karşılaşmayı beklemediğini ve Deniz’in onları apaçık kandırdığını ileri sürüyordu. O gece Sedef yanında getirdiği gizli zulasını tüketmeye karar verince Deniz onu odasında sarhoş bulmuş ve sabrı taşmıştı. Sinem ikisinin arasını bulmaya çalıştıysa da pek işe yaramadı. Zaten birkaç gündür kendini çeşitli etkinliklere iyice kaptırmıştı, kalan sürede de biraz yalnız vakit geçirmeye karar vermişti. Sonuç itibarıyla herkes farklı bir köşede takılıyordu. Deniz kendi özel yaşamında da yoga ve sağlıklı yaşam çalışmalarıyla ilgilendiği için tesis tam da ona göreydi fakat Sedef iyiden iyiye yalnız kalmıştı.
Dargınlıklar bir yana, pek sohbet etmeseler de yemeklerde buluşuyorlar ve yıllardır birbirini olduğu gibi kabul eden sıkı dostlar olarak tümden ayrılmak da istemiyorlardı. Dolunay akşamı Sinem yemeğini yedikten hemen sonra odasında dinlenme bahanesiyle erkenden kalktı ve Ayşe’nin yanına gitti. Sedef bu duruma surat asmış olsa da Deniz, Sinem’in gösterdiği büyük gelişmeden dolayı bunu şefkatle karşılamıştı.
Sinem Ayşe’nin evine giden yolu gayet net bir şekilde hatırlıyordu. İçinde farklı bir heyecan vardı. Dolunay yükselmeye başlamış, büyüleyici görüntüsüyle Sinem’i yavaş yavaş etkisi altına alıyordu. Sık ağaç ve çiçek öbekleri arasından uzanan patika bitince her yanı ışık hüzmeleriyle kaplı bahçe ortaya çıktı. Tam da beklediği gibi muhteşem güzellikteydi. Ortada yanan ateş dışında birkaç köşede içinde küçük mumlar yüzen mermerden kaseler gördü. Ateşin etrafında minderler dizilmişti ve közden bir ocağın üzerinde çaydanlık bekliyordu. Bahçeye açılan terasta 4 – 5 kadın aralarında konuşuyorlardı. Birinin tesisteki yoga eğitmeni olduğuna emindi. Sonuçta Ayşe burada toprak sahibiydi ve ikisinin de burada olmasında bir mahsur yoktu. Diğer kadınları ilk kez görüyordu. Ayşe onlarla sohbet ederken barda içkilerini hazırlıyordu. Bir iki kişi kütüphanede buldukları kitapların sayfalarını karıştırıyordu. Yaklaşınca fonda çalan enstrumental, etnik müziği duydu. Terasın merdivenlerini çıkarken Ayşe yanına geldi ve ona sarıldı. “Hoş geldin arkadaşım. Nasılsın görüşmeyeli?” Sinem yüzünde kocaman bir gülümsemeyle “Sizleri gördüm daha iyi oldum.” dedi. Yoga eğitmeni dahil herkes onu çok sıcak karşılamıştı. Bir süre terasta sohbet ettikten sonra Ayşe herkesi ateşin başına davet etti. Kendisi gibi rengarenk giyinmiş, çeşitli takılar takmış ve sohetlerinden anlaşıldığı üzere aynı Ayşe’ye tavırları bakımından çok benzer diyebileceği 3 kadın yan yana oturdu. Nereye oturacağını bilemeyen Sinem durumdan biraz mahçup bakınırken Ayşe yerleştiği yerden onu çağırdı “Bu akşam bana çay servisi ve müzik konusunda yardımcı olacak birileri lazım. Eğer sen de istersen bu kişi için ayırdığım yeri sana verebilirim.” dedi. Bu görevi memnuniyetle üstlenen Sinem de çemberde yerini aldı. Denizden esen serin rüzgara karşılık ateşin sıcaklığı yüzlerini ısıtıyordu. Dolunayın ve yıldızlı gökyüzünün altında 7 kadın bir araya gelmişlerdi.
Ayşe önce bir giriş yaptı ve neden herkesi bu çembere davet ettiğinden bahsetti. Herkesten önyargılarından arınmasını rica etti. Her cümlesinde kısa bir mola veriyordu ve sırayla herkesin gözlerinin içine bakıyordu. İlk kadından bu yana kendilerine uzanan bağları hatırlamalarını ve biriktirdikleri tüm tecrübeleri kemiklerinde hissetmelerini istedi. Bu tüyleri diken diken eden ve yavaşça yayılan bir sis gibi etrafı kapladı. Sonra ateşi, denizi, toprağı ve ayı gösterdi. Onları da hissederek enerjilerinde yıkandıklarını ve şifa bulduklarını düşünmelerini söyledi. Bir süre daha ara verdikten sonra bir masal anlatmaya başladı. Masal şehirde yaşayan, köklerini ve doğayla olan bağlarını unutan bir kadınla ilgiliydi. Kadın uzun yıllar boyunca şehirde yaşamayı öğrenmişti. Bir gün varlığından dahi haberdar olmadığı annesinin öldüğünü haber almış ve mektup üzerine eski ata topraklarına dönmeye karar vermişti. Kendini burada yeniden tanımıştı. Bu romantik bir masal değildi. Ne zaman biteceğine emin olamadığı ve korktuğu bir yolculuğa başlayan bir kadından bahsediyordu. Bu uğurda hayatının en önemli varlığı olan oğlunu şehirde, uzun zamandır ayrı yaşadığı kocasına bırakmıştı ve oğlunu bırakmanın acısını yolculuğu boyunca kalbinde taşımıştı. Fakat her kadının bir yolculuğu vardı ve yola çıkma vaktinin ne zaman geleceğini bilemezdi. Bu ancak derinden duyulabilecek bir çağrıydı, onu ne zaman duyacağını kimse söyleyemezdi. Ayşe bunları söylerken her birinin yüzüne dikkatle bakmıştı. Masalın sonunda kadın kökenlerinin uzandığı topraklarda annesini tanımayı beklerken kendini yeniden keşfediyor ve esas yolculuğuna o zaman başlıyordu. “Bizler de kendi yolculuklarımızda yolları kesişen kadınlarız. Yola devam etmeden birbirimize güç vermek üzere toplanan gezginler ve kaşifleriz. Aynı masaldaki kadın gibi bir arayışta olduğumuz için burada toplandık. Şimdi yeniden keşfedeceğiz ve bunu en özgür halimizle, en doğal hareketlerimizle yani biz olarak yapacağız. Zihinlerimizi birleştirerek güçlenecek ve ilk kadının dansına, ayak seslerine eşlik edeceğiz.” Herkes ortamın ve Ayşe’nin sözlerinin etkisi altındaydı. Yüzlerindeki gülümsemeden duygulandıkları görülebiliyordu. Sinem çemberin amacını o zaman anladı. Çünkü Ayşe sözlerini bitirdiğinde yüzünü gördüğü herkesi artık kendinden bilmişti. Burada oturmuş ve dinleyen her bir kadının farklı savaşlar vermiş olduğunu biliyordu. Herkes farklı yaralar almış, zaferler kazanmış ve yenilgiler tatmıştı. Bunların sonucunda sırtlarına tecrübelerini giymişler, kalan yüklerini ise yolda bırakmışlardı.
Ayşe Sinem’den çayları ikram etmesini istedi ve ardından terasta bulunan müzik çaların sesini açmasını rica etti. Onlar çaylarını içerken müzik geceyi kaplamaya ve herkesi dansa çağırmaya başlıyordu. Ayşe bardağını bırakarak ayağa kaltı. “Şimdi en büyük zaferimizi kutlayacağız. Bugün kazandığımız savaşları, üstesinden geldiğimiz tüm sıkıntıları ve hayatın bize hediye ettiklerini kutlayacağız. İlk kadından bu yana bildiğimiz ve kemiklerimize işlemiş en eski ritüele hayat vereceğiz.” Elini Sinem’e uzattı. “Ayağa kalkalım ve çıplak ayakla toprağa basalım.” Sonra herkes ayaklandı ve Ayşe’nin önderliğinde kendini müziğin ahengine bıraktı. Sinem ortamdan keyif alsa da uyum sağlamakta biraz zorlanıyordu. İlk sefer diye düşündü. Bir yandan da yanında gözlerini kapamış dans eden kadınlara bakıyor ve hayranlık duyuyordu. Onların elleri, toprağa bulanmış ayakları ve rüzgarda dağılan saçları müzikle hayat buluyordu. Bir süre sonra Ayşe yanına geldi. Ona içindeki sorgulayıcı yargıcı bu akşamlık izne çıkarmasını söyledi. “Hani sana hep en iyisi ve doğrusu için öğüt veren o ses var ya. Bu akşam onu tatile gönder. Sadece bizimle ol.”
Ne kadar da haklı diye düşündü Sinem, o ses geldiğinden beri kafasındaydı, onu hep bir adım dışarıda ve güvenli alanda kalmaya zorluyordu. Ayşe bunları söylerken de sanki kulağına fısıldıyor, cesaretini sınıyordu. Ateşin başında gülümseyerek salınan bu kadınların hepsi, içlerindeki yargıcı susturmayı başarmışlardı. Kimse bir diğerinin hareketini incelemiyor veya uyum sağlamaya çalışmıyordu. Hareketlerini sınayan aslında sadece kendisiydi.
Kendine bir şans vermeye karar verdi. Etrafını kaplayan güzelliklere ve manzaraya konsantre oldu. Bu başkalarını taklit ederek olacak bir şey değildi, ahengi kendinde bulması gerekiyordu. Dans etti ve bir süre sonra dansla birleşti.
Uzun bir süre sonra Ayşe müziği kıstığında yavaş yavaş miderlerine geri oturmaya başlamışlardı. Halinden pek memnun görünen iki kardeş Ayşe’nin yanına gelerek teşekkür mahiyetinde görünen hareketler yaptılar ve sonra sırayla herkesle vedalaştılar. Sinem, Ayşe onu oturmaya davet edene kadar ayakta kaldı. Biraz yorgundu, sanki uzun bir maraton koşmuş gibi hissediyordu ve bir yandan da içine büyük bir huzur duygusu yayılmıştı. Gitmekle kalmak arasında kararsızdı. Bu beklediği tatilin ötesinde bir deneyim olmuştu. Bunu daimi kılmanın bir yolu var mıydı acaba? Belki o da ara sıra bu kadınların buluşmasına gelebilir ve danslarına katılabilirdi. Dinlenmek yerine bu akşamın ona daha neler sunabileceğini düşünerek oturmaya karar verdi.
Zaman onlar dans ederken sanki uzamış ve su gibi akmıştı. Mumların çoğu sönmüş veya erimiş, çukurdaki ateş küllenmeye yüz tutmuştu. Ay gökyüzünde son saatlerini yaşarken uzun uzun sohbet ettiler. Birbirlerinin anılarını, hayatlarını değiştiren olayları dinlediler. Kimse yargılamıyor veya herhangi bir yorumla diğerini etki altında bırakmıyordu. Kimi zaman edepsiz bir fıkra anlatıp kahkahalar atıyor, kimi zaman da anlayışlı bir bakışta tüm samimiyetlerini gösteriyorlardı. Sinem anlatmasa da dinledikleriyle onlara eşlik ediyor, kahkahalarını ve hüzünlerini paylaşıyordu. Kim bilir belki birgün yeniden buluşurlarsa o da başından geçenleri anlatabilirdi. Ne var ki zaman yine yok oldu ve saatler sohbetlerinin arasında eridi. Kafalarını kaldırıp baktıklarında gün ağarmaya başlamıştı. Sinem bir an önce odasına dönüp uyumak istiyordu. Tatlı bir yorgunluk sarmıştı vücudunu.
O odasına dönerken otel derin bir uykudaydı ve birkaç görevli haricinde etrafta gezinen kimse yoktu. Odasına vardığında kapıyı açmış ve hafif bir meltem sabah serinliğini içeri doludurmuştu. Kendini uykuya teslim ederken kafası sessizdi. Sanki konuşan herkes odasına çekilmiş ve onu rahat bırakmıştı. Demek kafasında ne çok ses vardı. Sessizliği tanıyınca kalabalığı fark etmişti. Uykuya daldı ve rüyasında uçsuz bucaksız bir vadide olduğunu gördü. Gün doğarken o vadide uzun uzun yürüdü. Sonunda büyük ve yalnız bir ağaçla karşılaştı. Yanında esrarengiz, yüzünü şimdiye kadar hiç görmediği bir kadın duruyordu. Kadın toprağı kazdı, ona bir sandık ve altından bir anahtar verdi. “Benim adım Gaia ve artık bu sandığı açmana izin veriyorum.” dedi.
Ertesi gün Sinem ancak öğlene doğru uyandı. Rüyanın etkisi altında sandığı ve içindekini düşünüyordu. Sedef ve Deniz onu merak etmişler, dinlenme alanında bekliyorlardı. Yanlarına gidince önce telaşlı bir şekilde iyi olup olmadığını sormuşlardı, ardından Sinem’in anlattıklarını dinleyince ağızları bir karış açık kalmıştı. Sedef böyle bir eğlenceye neden davet edilmediler diye Sinem’e biraz bozuldu, Deniz ise etkilenmiş Ayşe’yle tanışmak istediğini söylemişti. Sinem akşam onları Ayşe’nin yanına götüreceğine söz verdi.
Günün kalanında yakaladıkları ilk atölye nefes üzerineydi ve ortak katıldıkları kalabalık bir buluşmaydı. Herkes otelin merkezinde bambudan örülmüş geniş kubbenin altında buluşmuştu. Sedef, Deniz ve Sinem de oturmuş sohbet ederken eğitmen içeri girdi. Sinem’in yüzünde bir gülümseme belirdi. Bu Ayşe’ydi. “Hoş geldiniz arkadaşlar ben Ayşe. Bu tesisin kurucusuyum. Artık uzaktan takip etsem de bugünkü nefes atölyenizde sizlere hoş geldiniz demek ve eğitimi vermek üzere bulunuyorum.” dedi. Bunun üzerine büyük bir alkış koptu. Pek çok kişi Ayşe’yi tanıyordu anlaşılan. Sedef ağzı açık izlerken Deniz, Sinem’in bahsettiği kadının kim olduğunu yeni anlamıştı. Sinem de aslında aynı şaşkınlığı arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Başlangıçta kadının başka bir evi olmadığını düşünerek üzülmüş ancak şimdi bu kadının yarattığı etki ve gücüne bir kez daha hayranlık duymuştu.
Atölye ardından Ayşe Sinem’in yanına gelerek Sedef ve Deniz’le de tanıştı. Deniz’in hayranlık dolu övgüleri ardından diğer katılımcılarla sohbet etmek üzere uzaklaştı. Deniz Sinem’e dönerek “Bu kadın Yoda gibi bir şey kızım! Sen nasıl tanıştın? O kısımdan bahsetsene biraz da.” Fakat Sinem sigara içtiği esnada tanıştığını anlatırsa arkadaşını üzeceğini bildiği için bu kısımdan bahsetmek istemedi. Belki o anın kendine özel kalmasını istemişti. İlk kez hayatın şanstan fazlası olduğuna inanmıştı. Bununla birlikte sabahtan beri kafasını kurcalayan esas soru rüyasında gördüğü o kadın ve ona hediye ettiği sandık hakkındaydı. Sedef ve Deniz’le havuza gitmek yerine herkes gidene kadar atölye alanının bir köşesinde bekledi. Artık evine dönmek üzere çantasını toplayan Ayşe’nin yanına gitti. Birlikte yürürlerken ona rüyasını anlattı. Ayşe’nin yüzünde bir gülümseme belirdi. Sinem’in ellerini tuttu ve bunun büyük bir işret olduğunu söyledi. İşaret ona içindeki gücün kaynağına ulaşması için yol gösteriyordu. Bu güç ona kadınlardan yani atalarından miras kalmıştı ve sandığın içindekini ancak Sinem keşfedebilirdi. Evine uzanan patikada ayrılmadan evvel Sinem’e döndü. “Gaia bilinen en eski toprak tanrıçasının adı. Dilersen öncelikle onu araştırmakla işe koyulabilirsin.” dedi. Sinem içinde uzun zamandır duymadığı bir heyecan hissediyordu. Ona güç ve güven veren bir duyguydu bu. Şimdi artık çağırıyı duyuyordu ve onu bekleyen yolculuğa çıkmak istiyordu. Ancak bu duyguyla onu tanıştıran Ayşe’yle de bağlarını korumak korumak istiyordu. Böylece veda ederken iletişimde kalmak üzere sözleşmişlerdi.
Eve dönüş yolunda Sedef mutluluktan ağlamak üzereydi. Asabiyeti ve asık suratlılığı geçmiş, şehre dönüşünü saatlerce telefondan başını kaldırmadan mesaj atarak kutluyordu. Deniz’in de keyfi yerindeydi. Sinem’e iyi geleceğine emin olduğu bu tatilin başarısından böbürlenerek bahsediyor, çok güzel bir başlangıç yaptığını söylüyordu. Sinem’in de keyfi yerindeydi. Uzun bir süredir sigara içmediğini fark etti. Yine uzunca bir süredir eski eşini ve evliliğini düşünmüyordu. İçindeki boşluğu şifalı bir su doldurmuştu sanki. Keşfetmek ve öğrenmek için hevesliydi.
Sonunda yaz bitti ve sonbahar geçti. Sinem sırt çantasına son kıyafetleri koyuyordu. Fazla eşya doldurmadan ve ihtiyaçlarını karşılayacak kadar alarak hareket etmeliydi. Eskiden sıkıldıkça kestirdiği saçları şimdi uzamıştı. Ara sıra aynadan kendine bakıyor, onları gördükçe gururlanıyordu. Değiştikçe aynada kendine bakma ihtiyacı da artmıştı. Yüzündeki solgunluğun yerini dolduran ışığı gördükçe mutlu oluyordu. Başardığını ve daha ileri gidebileceğini hissediyordu.
Son olarak biletini, pasaportunu ve ayakkabılarını da hazırlayıp evdeki tüm elektronik cihazların fişlerini çektiğine emin oldu. Evinin bu hali ona çok yalnız göründü, ilk kez evinden bu kadar uzağa gidecekti. Ayşe’nin anlattığı masal aklına geldi. Yolculuğa çıkarken oğluyla vedalaşan kadını düşündü. Deneyimlerimiz ilk kadından itibaren kemiklerimize işlemiş tecrübelerdir ve bizlere yol gösterirler demişti. Şimdi bambaşka bir zaman diliminde, farklı olayların sonucunda ortak duygularda buluşuyoruz ve her zaman yola devam edeceğiz diye düşündü.
Bu sırada kapı çaldı. Genellikle bu saatlerde kapıcı uğrar ve istediği bir şey var mı diye sorardı. Fakat kapının ardında eski eşi duruyordu ve gülümseyerek ona bakıyordu. Kolunda ıslanmış pardösüsü, üzerinde şık bir takım elbise ve elinde soğuktan boynunu bükmüş sevdiği çiçeklerden bir demet vardı. Sinem de isteksizce gülümsedi. Adamın suratı kapıdaki çantayı ve Sinem’in hazırlıklarını görünce bir anda düştü. Neredeyse elindeki çiçeği de düşürecekti. “Nereye böyle?” diyiverdi. Sinem içten içe öfke, merak ve kalbinde eskiden kalma ince bir sızı hissetti. Ne var ki ruhunu artık bu tipte prüzlerle rendelememeye karar vermişti. “Bu seni ilgilendirmez ve hoşça kal Cahit.” derken çantasını aldı, dışarı çıkarak kapıyı kapadı. Cahit Sinem’in ilkokul arkadaşıydı. Evlendiklerinde henüz 20 yaşındalardı ve Sinem’in çocuğu olmadığını evliliklerinin 3. yılında öğrenmişlerdi. Sinem’e göre bu, ilişkilerine büyük bir darbe vurmuştu. Ancak esas darbeyi vuranın Cahit’in bu duruma tepkisi olduğunu artık biliyordu. Kendini onun gözlerinden gören ve onun fikirlerine göre yaşayan Sinem çoktandır eskide kalmıştı. Sinem eski halini tanıyor, ona şefkat duyuyor ve anlayışla karşılıyordu. Fakat bu yolculukta geçmişe yer yoktu.
Cahit, söyleyeceklerini duymadan onu bırakmak istemedi. Sinem ise duyacağı şeylerin bir önemi kalmadığı için dinlemek istemedi. Dışarıda sulu kar yağıyor ve soğuk vurduğu anda insanın yüzünü acıtıyordu. Taksiye yetişmek üzere merdivenlerden inerken ona yetişmeye çalışan Cahit apartmanda haykırıyor, pişman olduğunu ve sevgilisinden ayrıldığını söylüyordu. Ona yanıt vermedi. Zaten bu sözlerinin bir muhattabı da yoktu artık.
Taksinin kapısı kapatırken Cahit ona yetişti ve bir dakika diyerek camı açmasını istedi. Soğuk ve karda ıslanıyordu. Suratında şekerini düşürmüş bir çocuğun hüznü vardı. Sinem bu şımarıklığa katlandığı yılların bitmesine bir kez daha sevindi. Yine de camı açtı ve son bir sabırla “Efendim?” dedi. Cahit “Nereye gidiyorsun peki?” diye tekrarlayınca gülümseyerek sadece “Hindistan’a.” dedi. Cahit şaşkınlıktan dili tutulmuş bir şekilde ne diyeceğini bilemezken, Sinem camını kapadı ve yolculuğuna başladı.

Comments