top of page
  • Yazarın fotoğrafıDoga Tiryaki

Varlık


Sonbaharın ortasında, okullar başlamadan anneannemi mutlaka ziyaret ederiz. Her yıl yaşadığı kasabanın yakınında gerçekleşen geleneksel sonbahar festivaline katılmayı da hevesle bekleriz. Özellikle kardeşim ve ben burada eğlenmeyi çok seviyoruz. Bu mevsim veya bu sezonda dünya üzerinde pek çok festival gerçekleşir. Bağ bozumu olur veya mevsim geçişleri kutlanır ancak bu festival diğerlerinin aksine bambaşka bir amaçtan doğmuştur. Anneannemin zamanında bana anlattığı bir hikayeye göre bu kutlama aslında, bir zamanlar ormanın sınırında yaşayan ve oldukça varlıklı olan bir ailenin geleneklerinden esinleniyor. Bu aile, sonbahar ortasında gökyüzünden kutsal ziyaretçilerin geleceğine ve eğer onlara güzel adaklar sunarlarsa; yemek, müzik ve altın gibi değerli eşyalar düşünebilirsiniz, uzun, sağlıklı ve varlıklı bir yaşam süreceklerine inanırlarmış. Zamanla gerçekleştirdikleri bu geleneksel kutlamayı büyütmek, etkisini ve ihtişamını artırmak üzere çevre köylerden insanları da davet etmeye başlamışlar. Anneannem de kutlamalara gidermiş, bana ortamın ne kadar büyüleyici olduğundan bahsetmişti...


Böylece insanlar sonbahar ortasında, bu varlıklı ailenin evinde gerçekleşen muhteşem partiye katılmayı bekler olmuşlar. Herkes dev pastalardan yemek, çeşit çeşit içkilerle sarhoş olmak, dans gösterileri izlemek ve falcıların gizemli çadırlarında eğlenmek için can atıyormuş. Üzümü ye, bağını sorma demişler...


Ta ki o talihsiz yıla kadar... 10 yaşında bir kız kutlamalar sırasında ormanda kaybolmuş ve bu trajik olay ardından kıza dair bir ipucu dahi bulamamışlar. Ertesi yıl kasabanın polisi kutlamaları şehir merkezinde bulunan bir binaya taşımış, yani buraya! Yaşanan olaydan dolayı yıllarca aileyi suçlamışlar fakat polis herhangi bir kanıt bulamadığı için zamanla onları da rahat bırakmış. Böylece ev de içinde yaşayanlar da yıllar içerisinde unutulmuş gitmiş. Kimse aileye ne olduğunu merak etmemiş. Onlara lanetli muamelesi yapmışlar. Şehir merkezine taşınan festival ise zamanla yüzlerce insanı bir araya getiren, popüler bir kutlamaya dönüşmüş.


Bu hikayeyi dinlediğimde 12 yaşındaydım ve şimdi 17 yaşındayım.


Bu olayı, korku tünelinde kardeşim sağa sola koştururken tanıştığım ve şimdi birlikte dondurma kuyruğunda beklediğim yeni arkadaşlarıma anlatıyordum.



Üç kız ve 2 erkek takılıyorlardı. Yaş olarak yakın olduğumuzu söyleyebilirdim. Erkeklerden biri benim gibi şehirden gelmişti, diğerleri ise etrafta bulnan kasaba ve köylerden. Dondurma sırasında hikayem kaynamış olsa da şehirden gelen çocuğun dikkatini çekmişti. Bana o evi mutlaka ziyaret etmemiz gerektiğini, bir Youtube kanalı olduğunu ve bu macerayı kesinlikle yayınlamak istediğini söyledi. Bu fikir diğerlerinin de hoşuna gitti. Kasabalı çocuklardan birinin kamyoneti vardı ve bizim de soğuk biralarımız. Herkes bu gerilimin heyecanına kapılmıştı, farklı bir macera yaşamak istiyorlardı. Hem medeniyete bu kadar yakın olduğumuz sürece başımıza en fazla ne gelebilir di ki? Koşturmaktan artık yorulan kardeşimi annemle babama teslim ettim ve onlara gece evde olacağımı söyledim. Onlar da arkadaş bulduğum için mutlu olmuşlardı.


Kamyonetin bagajına doluşmuş gizemli eve doğru giderken şehirli çocuk bizi telefonuyla kaydediyor ve bir yandan da sonuna kadar açtığımız müzikte dans ediyordu.


Yaklaşık bir saat sonra artık hepimiz yorulmuştuk ve biralarımız da bitmişti. Yıldızlardan oluşan ışık denizinin altında ve iki yanımızda uzanan buğday tarlalarının dalgalara benzeyen manzarasının tam ortasında ilerliyorduk. Sonra aniden sağa dönen bir sapağın yanında fren yaptık. Yakın kasabadan gelen çocuklar dahil, daha evvel kimse bu sapaktan girdiğini hatırlamıyordu. Buğday demetlerinin içinde kaybolmuş, eski ve paslanmış bir tabela gördük. Üzerinde el yazısı ile “Birşeyler Köyü” diye yazılmıştı, ilk kelime yıpranmaktan okunmaz haldeydi. Bu bilgi bize yeterli geldiği için sapaktan girmeye karar verdik.



Yolun sonu karanlık bir vadiye uzanıyordu. Bu manzara bizi daha da heyecanlandırdı. Yokuş aşağı sayılabilecek yolda ilerlemeye başladıktan bir süre sonra ön tarafta oturan kızlardan biri küçük bir çığlık attı. İleride büyük bir ışık hüzmesi gördüğüne yemin ediyordu. Kamyoneti kullanan çocuk da görmüştü, bir anlık parlayan büyük bir ışık belirmiş ve hızla kaybolmuştu. Bu aşamadan sonra geri dönüşü yoktu. Pekala ışık, ters yönden gelen başka bir kamyonete de ait olabilirdi. Bunları düşünene kadar eve varmıştık bile.


Ev bir vadinin içerisindeydi ve hemen ardında uzanan ormanı görebiliyorduk. Bakımsız bahçesinin önünde, üzerinde ev sahibin isminin baş harfleri bulunan ve bir zamanlar ihtişamlı diyebileceğimiz demirden bir kapı vardı. Kapı patika bir yola açılıyordu ve evin terasına kadar uzanıyordu.

Evin kapısı ahşap kerestelerle mühürlenmişti. Tahtaların üzerinde garip yazılar, semboller ve çocukların yaptıkları saçma çizimler vardı. Demek ki lanetli sayılan bu yer tamamen unutulmamıştı! İçten içe biraz rahatlamıştım. Kamyonetle bizi getiren çocukta bir çekiç vardı ve kapıyı onun sayesinde kırmayı başardık. Büyük bir toz bulutu kalkmış ve evde yıllardır süren derin sessizlik, yere düşürdüğümüz ağır kerestelerin gümbürtüsüyle bozulmuştu. O ana kadar kamyonetin arkasında duran ve parlaklığıyla gittikçe gözlerimizi rahatsız eden beyaz ışığı kimse fark etmemişti. Kamyonetli çocuk “Hey, kimsin sen?” diye seslendi ve hemen ardından garip, bir o kadar da rahatsız edici bir sessizlik etrafı kapladı. Bu aynı suyun altında olmak gibiydi, metrelerce dibinde olmak... Kaçmak için evin içine koştuk ve yarı açık mutfak duvarının arkasına saklandık. Küçük sayılabilecek kızlardan biri ağlamaya başladı, ancak gerçekten korkmaya başladığımız an, cep telefonlarımızın aynı anda çalmaya başladığı zamandı. Sonra o rahatsız edici ışık, sessizlik ve telefonlarımızın sesi aniden durdu. Eski, küf kokulu mutfağın ortasında çömelmiş birbirmizi korku dolu gözlerle izleyerek bekliyorduk. Kendimi normal sayılabilecek bir şeye odaklanarak sakinleştirmeye çalışıyordum –hala dışarıda öten böceklerin sesine odaklandım, bu da biraz toparlanmama yardımcı oldu. Herkese sessiz olmasını ve ne olursa olsun yan yana durmalarını tembihledim. Ne yaşadığımızı anlamaya çalışıyordum. Bu sırada mutfak camından bir ışık içeriyi aydınlattı. Uzun boylu, vücudu fosfora benzer bir maddeden ötürü parlayan, mavi renkli ve elf tipli diyebileceğim bir varlık mutfak penceresinin önünden geçiyordu. Gözleri büyük ve donuktu. Pencereden içeri bakmadı ama içten içe bizi farkında olduğunu biliyordum. Ne normal bir insana ne de kostüm giymiş birine benziyordu. Varlığı soğuk ve bu dünyaya ait değildi.



Kamyonu kullanan çocuk sessizce bize bakarak bağırdı, “O neydi öyle?!” Düzgün karar verebilmek için hala sakin kalmaya çalışıyordum. Sonra arkamızda uzanan merdivenleri gördüm ve onlara yukarı çıkmamız gerektiğini, orada saklanabileceğimizi söyledim. Ağlayan kızın ve hala olayı kaydetmeye çalışan şehirli çocuğun elini tuttum. Onları mutfağın arkasında kalan merdivenlere doğru götürdüm ve ağır adımlarla yukarı ilerlemeye başladık. Telefonlarımız çalışıyordu fakat arama yapamıyorduk çünkü hatlarımız çekmiyordu. En önde ben vardım. Elimdeki telefonun yetersiz ışığıyla hem bastığım ahşap merdivenleri hem de önümü görmeye çabalıyordum. Ağlayan kız kolumu bırakmıyordu, herkes olabildiğince birbirine sokulmuştu. Her adımımız eskimiş ahşap merdivenlerde bir gıcırtıya dönüşüyordu. Üst kata ulaşmayı başardığımızda kalbim ağzıma gelecek gibiydi. Burası da mutfak gibi çürümüş, toz ve küf kokuyordu. Koridorda beş oda vardı ve her birinin kapısı kapalıydı. Akıllıca seçim yapmalıydık. Kamyoneti kullanan çocuk korkudan titriyor ve sürekli olarak arkasını kontrol ediyordu. Yola çıktığımızdan beri tek kelime etmeyen diğer kız sakindi, cesur bir şekilde adımlarımızı takip ediyordu. Şu durumda üç gruba ayrılmak mantıklı gelmişti. Bu evden kaçma şansımızı artırabilirdi.


Ben planımı herkese anlatmaya çalışırken alt kattan bir kapı kapanma sesini duyduk. Koluma yapışık duran kız sesten korkup bir çığlık attı. Bunun üzerine hepimiz panikle bir odaya dağıldık ve arkamızdan kapıları kapadık. Çığlık atan kıza ve bana bir çocuk odası düşmüştü. Hemen odanın penceresini kontrol ettim; dışarıda farları hala açık duran kamyonetimiz haricinde ne bir kimse, ne de bir ışık vardı. Buradan kurtulmanın tek yolu aşağı inmek ve o kamyonete ulaşmaktı ancak benim için çıkış, asla evin içinden olmayacaktı. Oraya geri dönemezdik. Yanımdaki kız bana fısıldadığı sırada kafamda bizi dışarı çıkaracak tüm ihtimalleri değerlendirmeye çalışıyordum. “Duyuyor musun? Duydun değil mi?” diyordu. Az evvel biz çıkarken gıcırdayan eski merdivende ilerleyen ağır adımları duyabiliyordum fakat en ufak bir gıcırtı yoktu. Sesini duyduğumuz kişi bizim ekipten biri olabilir miydi? Belki de bu ses saklandığımız yerden çıkmamız için bize oynanan sinsi bir oyundu. Bir süre sonra yan odalardan birinin kapısının açıldığını duyduk. Hemen ardından bir çocuk ve kız çığlık attı. Odanın ortasında korkudan ölmek üzereydik ve dımdızlak duruyorduk, saklanırsak kaçamayacağımızı biliyordum. Kız ağlamaklı bir ifadeyle yüzüme bakıyor, benden bir komut bekliyordu. Hızlı bir şekilde karar vermeliydim. Pencereyi açtım ve az ötesinde başlayan terasın çatısına inebilmesi için ona yardım ettim.

İlginç bir şekilde terasta kamyoneti kullanan çocukla karşılaştık. Belli ki o da aynı planı yapmış ve pencereden kaçmanın mantıklı olacağını düşünmüştü. Kararlı gözlerle birbirmize bakıyorduk. Kamyonetin farları ortamı aydınlatıyor ve bize umut veriyordu. Bizi kovalayan varlığın bu planı fark etmesi fazla uzun sürmeyecekti. Bu nedenle hızlıca çatının kenarına ilerledik ve önden kamyoneti kullanan çocuğa terasa inmesi için yardım ettik. Kamyoneti çalıştırmayı ve kullanmayı sadece o biliyordu. Hemen ardından onunla birlikte saklanan kız inmek istedi ve yere ayağı değdiği anda kimseyi beklemeden koşmaya başladı. Biz kamyonete koşacağını düşünürken, o buğday tarlalarına doğru gitti. Ardına bile bakmadı ve gözden kayboldu. Maalesef onun için yapabileceğimiz pek fazla bir şey yoktu.

Benimle saklanan küçük kızı kollarından aşağı sarkıttım ve kamyonetli çocuk onu yakalayarak yere bıraktı. Çatının üzerinde yüzüstü yatıyordum, sona ben kalmıştım. Güçlü bir şey ayakbileklerimden sıkıca kavramış beni geriye doğru çekiyordu. Arkama dönüp bakamıyordum. Bu korkunç bir andı ve sonumun geldiğini anlamıştım.


Kamyonetli çocuğa ve kıza kaçmaları için bağırdım. Onlara zaman kazandırabilirdim. Bunun üzerine varlık beni havaya kaldırdı ve yüzümü kendisine çevirdi. Beni dokunmadan hava asılı tutabiliyordu. Çocuğun ve kızın koşan ayak seslerini duyabiliyordum. Bu sırada tüm vücudum kontrolsüzce kasılmaya başladı, sanki içimden yüksek voltajda bir elektrik akımı geçiyordu. Hiçbir yerimi hareket ettiremiyordum ve soğuktan donar gibi birbirine çarpan dişlerimin sesini duyabiliyordum. Önümde duran varlığın dünya dışı ve rahatsız edici bir güzelliği vardı. Kasılmaktan yorgun düşen göz kapaklarım kapanmaya ve görüşüm azalmaya başlamıştı ancak onu hala duyabiliyordum. Bilmediğim bir dilde konuşuyordu ve sesi birilerine kızmış gibi öfkeliydi. Bu sırada kamyonetin çalıştığını duydum ve bu sesle birlikte varlık da beni olduğum yere bıraktı. Bacaklarımı hissedemiyordum ve sırt üstü çatıya düştüm. Gözlerim kapanırken evin üzerinde duran büyük metal gemiyi andıran cismi fark ettim. Yaşadıklarımız gerçekti...


Uyandığımda hala çatının üzerindeydim. Sabahın erken saatleriydi, hava soğuk ve gökyüzü yağmur bulutlarıyla kaplıydı. Hafızamı tazelemek için bir süre beklemem gerekti ve ilk yaptığım hemen görüş açımda kamyoneti aramak oldu, gitmişlerdi. Yerimden doğrulurken vücudumun her bir parçasının acıdığını hissedebiliyordum. Tehlike tamamen geçmişti ancak yine de içeriye girmeye korkuyordum. Bir yandan geride kimse kalsın istemiyordum, bu nedenle odaları kontrol etmem gerekiyordu. Kamyonetli çocuğun odası boştu ve hemen yanındaki odada şehirli çocuğu buldum. Elinde telefonu tutarken yanarak ölmüştü. Saçları tamamen gitmiş, yüzü ve derisi kömür gibi simsiyah olmuştu.


Bu manzara karşısında ağlamaya başladım. Deli gibi ağlıyordum, sanki yaşadıklarımızın acısını o anda çıkarıyordum ve sonra evde yalnız olduğumu fark ederek durdum. Şu anda dağılmamalıydım. Eğer kamyonet çalışmasaydı bunu yaşayan kişi ben de olabilirdim. Saçımdan yayılan yanık kokusunu duyumsadım. Acaba kimler kurtulmayı başarmıştı?

Hareket etmeye ve beş saat önce korku içerisinde geçtiğimiz merdivenlerden aşağı, alt kata inmeye karar verdim. Gece fark etmemiştik, duvarlarda kanla ya da kırmızı mürekkeple çizilmiş garip semboller vardı. Ne kadar iğrenç bir yerdi burası, kafamın içindeki ses küfürler savuruyordu. Benden başka geriye kimse kalmamıştı. Belki sadece kamyonetli çocuk ve kız, onlar da muhtemelen kurtulmayı başaramamışlardı. Kaçmayı başarmış olsalardı, beni kurtarmaya mutlaka birilerini gönderirlerdi. Bu durumu polise mutlaka bildirmem gerekiyordu. Evden hızlıca ayrıldım ve ana yola ulaşana kadar uzunca bir süre yürüdüm. Bazen hiçbir şey hissetmiyordum ve bazen de içimi panik dolu bir korku kaplıyordu. Medeniyete ulaşabilmek için en yakın kasabaya kadar yürümem gerekiyordu. Anayolda sirenleri açık birkaç polis aracı yanımdan geçti. Sonunda bir tanesi beni fark ederek ileride bir süre durdu ve geri dönerek beni almaya karar verdi.



Kamyonet, onu kullanan çocuk ve yanındaki kız kasabaya ulaşmayı başaramamışlardı. Polise baştan sona her şeyi anlatmıştım. Kamyoneti yoldan uzakta, buğday tarlalarının içinde buldular ancak ne kızdan ne de çocuktan bir iz vardı. Şehirli çocuğu ve telefonunu da buldular ancak tarlalara doğru koşan diğer kız kaybolmuştu. Onlara korkudan farklı odalara dağıldığımızı ve saklandığımızı, kızın da buğday tarlalarının arasında olduğunu söyledim. Ancak hiçbir kanıtım yoktu.

Çok sonra internette kamyonetin bir fotoğrafını gördüm. Buğday tarlaların ortasında ters dönmüş ve sanki yüksek bir yerden düşmüşerek tavanı ezilmiş gibi duruyordu. Diğer kızı bulamamışlardı.

Aylar sonra çocuklarını bulamayan aileler boş tabutlarla cenazelerini yaptılar. Ailem şoktaydı ve anneannem bana anlattığı bu hikaye yüzünden çok pişmandı. Onu hiçbir zaman suçlamadım. Yıllar sonra bana anlattığı hikayeyi hatırlayacağımı ve bunun yıkıma sebep olacak bir olaya dönüşeceğini asla bilemezdi. Anneannem dışında kimse bana gerçekten inanmadı. Uzunca bir süre terapi aldım.

Ben dünya dışı varlıklara her zaman inandım. Bu benim travma sonrası stres bozukluğu sebebiyle şeytan, hayalet veya benzeri varlıklara dair uydurduğum bir masal değildi. Yaşadığımız olay kaybolan çocukların süren aramaları sebebiyle uzunca bir süre gizli tutuldu ve ardından da sessizce kapandı. Medyanın davaya zarar vereceğini düşünmüşlerdi. Bu nedenle hepimiz sessiz kaldık ve anlatmadık. Ta ki bugüne kadar!


Bugün yaşadığımız olayın 8. yıl dönümü, ve ben artık hasta ve yatalak durumda olan anneannemi görmeye, son bir kez onu ziyaret etmek üzere kasabaya dönüyorum...

79 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kara Delik

Ev Sahibi

bottom of page